veli sıfatıyla hareket etmek
Verb
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97)
Noun, Trades-Professions
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97.0)
Noun, Trades-Professions
Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hanehalklarının faaliyetleri (NACE kodu: 97.00)
Noun, Trades-Professions
Hanehalklarının işverenler olarak faaliyetleri; hanehalkları tarafından kendi kullanımlarına yönelik
olarak ayrım yapılmamış mal ve üretim faaliyetleri (NACE kodu: T)
Noun, Trades-Professions
birini vekil tayin etmek
Verb
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
sözünün eri olmak, vaadini /sözünü tutmak.
dostlarını seçerken titiz davranmak
Verb
avukat olarak ün kazanmak
Verb
son işverenini referans olarak vermek
Verb
son işvereni referans olarak vermek
Verb
canını vatanına feda etmek
Verb
birine niyetleri hakkında kesin bilgi vermek
Verb
birini vâris tayin etmek
Verb
büyük bir kudret olmaktan çıkmak
Verb
birini hedefi olarak tayin etmek
Verb
birine gerçek niyetlerini başka türlü göstermek
Verb
garanti olarak evini göstermek
Verb
garanti olarak evinıgöstermek
Verb
(US) kendi mallarını başka markalı mal diye yutturmak
Verb
hizmet olarak platform
Noun, Software
...'lık mesleğini icra etmek
Verb
Bir bütün olarak topluma hizmetlerin sağlanması (NACE kodu: 84.2)
Noun, Trades-Professions
(birinin) ağıznı kullanmak
Verb
birini otorite olarak göstermek
Verb
bakanlığa atanmış olmak
Verb
başkanlık görevlerinden ayrılmak
Verb
öğretmenlikten ayrılmak
Verb
aklı kılavuz edinmek
Verb
aklı rehber ittihaz etmek
Verb
basını kendi siyasal fikirlerinin aracı olarak kullanmak
Verb
(a) oranında, nisbetinde, derecesinde, göre, nazaran.
We see things differently according as we are rich or poor: Zengin veya fakir olduğumuza göre olayları farklı görürüz. (b) eğer, şayet, -e bağlı olarak.
sıfatıyla hareket etmek
Verb
... sıfatıyla hareket etmek
Verb
şimdiki yönetimin performansını beğenmediklerini ifade etmiş ve yöneticileri değiştirmeye kararlı olan bir grup hissedar
(US) muhalif hissedarlar
Noun
menkul kıymetler piyasasında nispeten daha yüksek fiyatlı hisse senetleri
Noun
bu tür hisse senetlerine iyileşme dönemi hisse senetleri denir
şirketin bir güçlük döneminden sonra performansı düzeliyorsa
hisse senetlerinin fiyatları artabilir
aynı.
He works in the same building as my brother: Kardeşimle aynı binada çalışıyor.
yeni adla saklamak
Verb, Information Technology
tarz(ın)da, şekilde, öyle ki, ta ki, (olumsuz tümcede) … kadar.
He so arranged matters as to please everyone: İşleri, herkesin hoşuna gidecek tarzda düzenledi.
He is not so foolish as to believe it: Buna inanacak kadar budala değildir.
Speak louder so as to make youself heard: Sesini duyuracak şekilde yüksek sesle konuş.
Will you be so kind as to tell me: Lütfen bana söyler misiniz?
kadar.
as far as I can: elimden geldiği kadar.
He is as industrious as he is intelligent:
Zeki olduğu kadar da çalışkandır.
as rich as Croesus: Karun kadar zengin.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa.
as soon as he comes: o gelir gelmez.
olduğu kadar, nasıl … öyle … , -dikçe/-dıkça.
(Just) as we must know how to command, so we must know how to obey: Emretmesini olduğu kadar itaat etmesini de öğrenmeliyiz.
As the parents act, so will the children: Ebeveyn nasıl hareket ederse çocuklar da öyle davranırlar.
As the season advances, so the days get longer: Mevsim ilerledikçe günler de uzuyor.
As you treat the others, so will they treat you: Başkalarına karşı nasıl davranırsanız, başkaları da size karşı öyle davranır (= Ne ekersen onu biçersin).
karşın, mukabil.
His net income this year amounted to $60,000 as against $50,000 last year: Geçen
yılki $50,000 a mukabil bu yıl net geliri $60,000 a ulaştı.
her zaman olduğu gibi
Adverb
değiştirilmiş şekliyle
Adverb, Law
tadil edilmiş haliyle
Adverb, Law
tadil edilmiş şekliyle
Adverb, Law
değiştirilmiş haliyle
Adverb, Law
ilişikteki belgelere uygun olarak
mutabakata varıldığı şekilde
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
(veya
Brit.:
ditchwater)
k.d. cansıkıcı, kasvet verici, bunaltıcı.
daha, henüz, ta.
as early as 1900: daha 1900 yılında.
as early as tenth century: ta onuncu yüzyılda.
mümkün olduğu kadar çabuk
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
mümkün olduğu kadar
Adverb
mümkün olabildiğince
Adverb
mümkün olabildiği kadar
Adverb
ancak, … bile değil.
Some workers earn as few as $300 a month: Bazı işçiler ayda ancak 300 dolar kazanıyorlar.
taptaze, tertemiz, gıcır gıcır, pırıl pırıl.
-den/-dan (itibaren).
The agreement starts as from May 1st: Sözleşme 1 Mayıstan itibaren yürürlüğe giriyor.
(a) gibi, kadar, âdetâ, hemen hemen.
as good as new: yeni gibi, âdetâ/hemen hemen yeni.
He looks as good as dead: Ölü gibi görünüyor. (b) … kadar doğru/güvenilir.
as good as his word: sözü kadar doğru. (c) nerede ise, az kalsın.
We were as good as drowned: Nerede ise boğuluyorduk.
kurşun kadar ağır
Adjective
kurşun gibi ağır
Adjective
(a) doğal büyüklükte (heykel), (b) ânide, beklenmedik bir anda, bütün heybetiyle, sapasağlam, dipdiri.
I had not seen him for years, but here he was, as large as life and twice as natural: Onu uzun yıllar görmemiştim, fakat ânide bütün heybetiyle/sapasağlam karşıma çıkıverdi.
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
büyük bir ihtimalle, çok muhtemel.
He will succeed as likely as not: Büyük bir ihtimalle muvaffak
olacak.
He'll forget all about it as likely as not: Bütün bunları unutması çok muhtemeldir.
sürece, müddetle, şu şartla ki, şartıyla.
as long as I live: ömrüm oldukça.
You can go out, as long as you promise to be back before 11 o'clock: Saat 11'den önce dönmek şartıyla gidebilirsin.
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.
It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
(mal) kullanılmış ama yepyeni
ne zaman … , kaç kere/defa.
As often as he tried to go there, hes's always failed: Kaç kere oraya
gitmek istedi, fakat başaramadı.
As often as I tried to get an answer from him, he made an excuse and avoided giving me the information I wanted.
çoğunlukla, çok defa, çoğu kez.
During the foggy weather the trains are late mor often than not:
Sisli havalarda çok defa trenler gecikir.
tam sıhhatli, sapasağlam, turp gibi.
Jane's been ill, but she's as right as rain now.
alıcının gördüğü durumda satıcı sattığı şeyin durumuna ilişkin taahhütlerde bulunmaz anlamında
derhal, hemen, … olur olmaz.
We will leave as soon as he comes: O gelir gelmez hareket edeceğiz.
as soon as possible: bir an önce, olabildiği kadar çabuk, mümkün olan süratle.
… de/da, ayrıca, ilâveten, keza.
Take him as well: Onu da al.
You may keep these as well:
Ayrıca bunlar da sizin olsun.
One may as well say that … : Keza denilebilir ki …
hem … hem de, ne kadar … ise o kadar, … kadar da.
She was good as well as beautiful: Güzel olduğu
kadar da iyi idi.
by day as well as by night: gece gündüz (hem gece, hem de gündüz).
… kadar, … ile beraber, …'e ilâveten, hem … hem de …
She was good as well as beautiful: Hem güzel hem de iyi idi.
kar kadar beyaz
Adjective
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
düşünüldüğü kadar ... değil
Adjective
zannedildiği kadar ... değil
Adjective
sanıldığı kadar ... değil
Adjective