English-Turkish Translation

  1. Noun, Chemistry helyum
  2. o (erkek), kendisi. ç.:
    they (onlar). İyelik hali:
    his (onun).
    their/theirs: onların(ki).
    Nesnel hali:
    him (onu),
    them (onları).
  3. kimse, şahıs.
  4. erkek (şahıs/hayvan).
    There was 3 he's and 2 she's in the litter of kitten.
  5. (önek olarak) erkek.
    he-goat: teke.
  6. Helyum (simgesi). (bkz: helium )
  7. high explosive.
  8. His Eminence.
  9. His/Her Excellency.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

as drunk as he
onun kadar sarhoş
How old (is he
kaç yaşında ?
he acquited himself like a man
erkek gibi davrandı
he all but lost it
az kaldı kaybediyordu
he answers to that description
tarife uyuyor
he came about three o'clock
üç sularında geldi
he came in fourth
dördüncü gelmek Verb
he came out of it without a scratch
burnu bile kanamamak Verb
he came over to our way of thinking
sonunda bizim dediğimize geldi
he can go to hell for all I care
cehenneme kadar yolu var
He can't hold a candle to you.
O senin eline su dökemez. Sentence
he claimed immunity from prosecution as a member of parliament
milletvekili sıfat ıyla kovuşturulmadan muaf tutulmasını istedi
he could not abide to look at it
ona bakmaya tahammül edemiyordu
He couldn't hit a barn-door
Karavanaya attı/isabet ettiremedi/boşa salladı.
he did it unasked
söylemeden yaptı
he died of poisoning
zehirlenerek öldü
he does not look his age
yaşıni göstermiyor
he doesn't care at all
aldırış ettiği yok
He doesn't know chalk from cheese
Onun dünyadan haberi yok/Elifi görse mertek sanır/Kara cahilin biridir/Hiçbir şey bilmez/Şapı görse şeker sanır.
He doesn't know the time of day
aklı başında değil, bunak, aptal, budala.
he eats three meals a day
günde üç öğün yemek
he escaped with a few scratches
birkaç sıyrıkla paçasını kurtardı
he finally told me his secret
sonunda bana açıldı
he fled before the enemy
düşmandan kaçtı
he gave her a comehither look
ona davetkâr bir bakış fırlattı
he gives you his regards
selamı var
he had a shaving cut on his chin
tıraş olurken çenesini kesmek Verb
he had gloves on
eldivenlerini giymek mişti
he had no alternative but to accept
kabul etmekten başka çaresi yoktu
he has a strong aversion to work
çalışmaktan nefret eder
he has been approached for the post
kendisine bir iş teklif edildi
He has been up to his old tricks
Yine her zamanki marifetini yaptı.
he has come about the rent
kirayı almaya geldi
he has conspicously absent
yokluğu fark ediliyordu
he has his leg in plaster
ayağı alçı da
he has no sense of balance
had hudut bilmez
he has sunk in my estimation
göz imden düştü
he has taken into his head
aklına koydu
He hasn't a penny (to bless himself with)
Meteliğe kurşun atıyor, meteliği/beş parası yok.
He hasn't got two pennies to rub together
Meteliğe kurşun atıyor, meteliği/beş parası yok.
he hurt himself
kendi canını acıtmak Verb
he hurt his foot
ayağını acıtmak Verb
he imagines (by mistake
aklınca
he implied that he would come
geleceğini ima etti
he is a neat worker
temiz çalışmak ır
he is a Turkish citizen
türk tabiiyetinde
he is about again
(hastalıktan) ayağa kalktı
he is acting on his behalf
onun adına hareket ediyor
he is affected
pozcu
He is at it again
(İşte) gene başladı!
he is being pursued on an international warrant for fraud
sahtekârlıktan uluslararası tutuklama emri var
he is bent on seeing me
beni görmeyi kafa sına koymuş
he is close to tears
ağladı ağlayacak
he is cutting teeth
çocuk diş çıkarıyor
he is doing badly
işleri iyi gitmiyor
He is fiddling while Rome burns
İşi ciddiye almıyor/umurunda değil/işin alayında.
he is going on for fifthy
elliye merdiven dayadı
he is in a hurry
acelesi var
he is in debt to everyone
herkese borçlu
he is in form
form unda
he is in good spirits
neşesi yerinde
he is much about the same
hemen hemen aynı
He is no more an American than I am
Amerikalı kim, o kim! (Ne münasebet, o Amerikalı değildir).
he is not accountable for his actions
fiillerinden sorumlu değil
he is not available at the moment
şu an meşgul
he is one among many
onun gibisi çok
he is out of form
form unda değil
He is out of town
Taşrada /şehir dışındadır.
he is tall for his age
yaşına göre uzun boylu
he is the man for the job
bu işin adamı
he is to blame
kabahat onda
He is with God
öldü, Mevlâsına kavuştu.
he jolly well had to
(Br) ister istemez yapacaktı
He knows a trick or two
O ne kurnazdır/ne hinoğlu hindir!
He knows how many beans make five
anasının gözüdür, hinoğlu hindir.
He laughs best who laughs last
Son gülen iyi güler.
he left in a hurry
acele ile çıktı
he little knows
bilmiyor ki
he looked about him
etrafına baktı
he looked about him
bakındı
he made the condition that no one should accompany him
kimsenin eşlik etmemesini şart koştu
he made two attempts at it
onu iki kez denedi
he made way for himself through the crowd
kalabalıkta kendine yol açmak Verb
he man
güçlü erkek
he man
erkekçe
he must not go unfinished
cezasız kalmamak Verb
he narrowly missed being killed
az kaldı öldürüyordu
he needed no second bidding made
bir lafı iki etmez
He pulls a good oar
(a) İyi kürek çeker, (b) görevini iyi/hakkıyla yapar.
he was accessible to bribery
rüşvet almaz değil
he was adjudged heavy damages
ağır tazminata mahkûm oldu
he was ankle-deep in water
bileğine kadar suda
he was decorated for gallantry
kahramanlık nişanıyla taltif edildi
he was denied promotion
terfi ettirilmedi
he was elected by an overwhelming majority
ezici bir çoğunlukla seçildi
he was in a hurry to leave
acele ile çıktı
He was none too soon
Tam zamanında yetişti.
You know, none better, how poor I am: Ne kadar fakir olduğumu siz herkesten iyi bilirsiniz.
he was quite impenitent about it
hiç pişmanlık duymadı
he was very aloof with me
bana karşı soğuk davrandı
he was very pressing and I could not refuse
çok ısrar etti reddedemedim
He who laughs last laughs longest
Son gülen iyi güler.
He who laughs last, laughs best.
Son gülen iyi güler. Sentence
he will be the death of me
beni öldürecek
He will have it that
İddia ediyor ki.
As Plato has it: Eflâtunun dediği gibi.
Rumor has it that the government will
fall: Söylentiye göre hükümet düşecek.
He/it is no loss
Bu, kayıp sayılmaz.
he'd
he had.
he'd
he would.
he'll
he shall.
he'll do it for certain
elbet elbette yapacak
he's
he is.
he's a writer.
he's
he has.
he's got two cars.
He's cooked
(koşucu) Nefesi kesildi.
he's got a big mouth
geveze geveze
he's got brains
akıllı
he's grown out of his jacket
ceketi küçülmek Verb
He's law into himself
Kendi başına buyruktur, kimseyi dinlemez.
he's lousy with money
onun parası var
He's not got it in him to do this job properly
O bu işi beceremez.
He's not playing with a full deck.
Bir tahtası eksik.
he's not quite all there
bir tahtası eksik
He's the limit
Artık fazla oluyor, haddini aşıyor.
That's the limit! Bu kadar olur! Bu kadarı da fazla! Herşeyin
bir haddi var! Çekilir şey değil! Bundan fazlasına müsaade edemem.
within a two-mile limit: iki mil içinde.
on/off limits
ask. girilir/girilemez.
He's up to every trick
O ne kurnazdır/ne hinoğlu hindir!
(beating sb) until he is almost dead
öldüresiye
a person who brings to conclusion whatever he undertakes
icraatçı
as far as he is concerned
o söz konusu olduğunda
as far as he is concerned
ona gelince
as hard as he could lick
alabildiğine koşarak, bütün hızı ile.
as he sees it
aklınca
as he was about to leave
tam gitmek üzereyken
contented with what he has
kanaatkâr
did he say so? It's strange
acayip, öyle mi dedi? acayip
Did he though
sahi mi? ne diyorsun? bak hele!
“He said you were crazy.” “ Did he, though ”: Senin için delidir
dedi.” “Bak yediği naneye!”
even if he worked miracles
ağız ıyla kuş tutsa dahi
for all he may say
ne derse desin
furnish someone with what he needs
bir kimseye gerekli şeyleri sağlamak Verb
give an employee employe the amount of notice to which he is
entitled bir işçiye hakkı olan ihbar önelini vermek Verb
give an employee the amount of notice to which he is entitled
işçiye hakkı olan ihbar önelini vermek Verb
Give him an inch and he will take a yard/an ell/a mile
Yüz verince astarını ister.
have known someone since he was in petticoats
birini çocukluğundan beri tanımak Verb
hit/kick someone when he is down
düşkünezenlik etmek, düşene bir tekme de kendisi vurmak.
Kick him down: Vur abalıya!
I had been wondering why he was late
acaba niye gecikti diyordum ?
I suppose he won't come
galiba gelmeyecek
I wonder what he is doing
acaba ne yapıyor ?
I wonder who he is
acaba kim ?
if he is to be believed
ona inanılacak olunursa
If only he'd gone.
Keşke gitseydi.
in case he comes
geldiği takdirde
in his anxiety to be gone he left his pen behind
gitme telaşı içinde kalemini unuttu
in his hurry to catch the train he left his hat in the taxi
trene yetişmek için acelesinden şapkasını takside unuttu
in the unlikely event that he came
kazara gelecek olursa
It doesn't matter who he is.
Kim olursa olsun.
it would be best of all if he resigned
en iyisi istifa etmek olurdu
kick a man when he is down
düşmüş birine tekme atmak Verb
lay before someone the dangers he is running
birinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri gözü önüne koymak Verb
leave someone free to do what he wants
birini istediğini yapmaya bırakmak Verb
may he go blind
kör olası!
May he rest in peace.
Mekânı cennet olsun.
May he rest in peace.
Allah rahmet eylesin.
now he is regaining consciousness
bayılmıştı , şimdi açılmak lıyor
pin someone down to what he said
birine sözünü tutturmak Verb
spend everything he has
varıni yoğunu sarfetmek Verb
Talk of the devil (and he's sure to appear)
Köpeği an, taşı hazırla (Kendinden bahsedilirken çıkagelen biri hakkında söylenir). Adjective
The difficulty with him is that he is pig-headed
Bu adamın zor tarafı dikkafalı olmasıdır.
the hell you will/won't/he can/can't
hele bir … yapsın da görsün, haddine mi düşmüş (şiddetle red/uyuşmazlık ifade eder).
“Jo says he'll
go to town.” “The hell he will!” “Jo şehre gideceğini söylüyor.” “Hele bir gitsin de görsün! = Hele gitsin, ben ona gösteririm! = Haddine mi düşmüş gitmek!”
There is no saying how he will respond.
Nasıl bir tepki göstereceğini bilmek imkansız.
There is no saying how he will respond.
Nasıl bir tepki göstereceği bilinmez.
There is no saying what he will do.
Ne yapacağı bilinmez.
There is no saying what he will do.
Ne yapacağını bilmek imkansız.
There is no saying when he will return.
Ne zaman döneceğini bilmek imkansız.
There is no saying when he will return.
Ne zaman döneceği bilinmez.
There is no saying where he might have gone.
Nereye gittiği bilinmez.
There is no saying where he might have gone.
Nereye gittiğini bilmek imkansız.
there's no mistake that he was there
orada olduğu kesin
to find consolation he takes comfort from
.. ile kendini avutmak uyor
to find oneself in he wrong box
zor durumda bulunmak, müşkülâta saplanmak.
to talk of the devil and he is sure to appear
kendisinden söz edilirken çıkagelen kişi için kullanılır
üst ” upper surface , top . to undertake ; to jump over ; he had a knife on
~ ne almak ~den atlamak ~ de bıçak vardı ~ nde durmak ~ ne düşmek ~ nde ka
What is he at?
Ne yapmaya çalışıyor?
What is he at?
Neyin peşinde?
what's his job ? what does he do
necidir
whenever he feels like it
sıralı sırasız
H.E.
high explosive.
H.E.
His Eminence.
H.E.
His/Her Excellency.
English-Turkish phrases from Zargan's own database

Turkish-English Translation

  1. rout
Turkish-English translations from Zargan's own database

Turkish Dictionary (Kubbealti Turkish Dictionary)

  1. H harfinin adı
  2. Türkler’in İslâmiyet’i kabullerinden 1928 harf inkılâbına ... oldukları alfabenin otuzuncu harfi
  3. Evet
  4. Helyum elementinin sembolü
Summary published in cooperation with Kubbealti Foundation. Please visit www.kubbealtilugati.com for the full entry, including etymologies, detailed senses, usage examples and much more.