Fiil yaymak, neşretmek, (etrafa) saçmak, (fazlasıyla/bol bol) vermek/göstermek.
She exudes charm: Etrafını büyülüyor (halinden kibarlık/zarafet akıyor).
She's always friendly; she simply exudes good nature.
He exudes conceit (from every pore): Azametinden yanına varılmıyor.