yargıç önüne çıkarılmak
Verb, Law
belayı satın almak, başına bela açmak, uyuyan yılanı uyandırmak.
birinin tebessüm etmesine neden olmak
Verb
birinin tebessüm etmesini sağlamak
Verb
birinin gülümsemesine neden olmak
Verb
protestolara neden olmak
Verb
ailesinin yüzkarası olmak
Verb
ailesinin şerefine halel getirmek
Verb
şikâyetlerini bildirmek
Verb
bir şeye dikkat etmek
Verb
çevreyle daha yakın ilişkiye girmek
Verb
birini kendi tarafına kazanmak
Verb
birinin başına belalı bir iş açmak
Verb
(birinin) gözlerini yaşartmak, gözlerinden yaş getirmek.
birinin gözlerinin dolmasına neden olmak
Verb
en kuvvetli delili ileri sürmek, en büyük desteği sağlayan kimseyi ileri sürmek.
...'i yargılamak
Verb, Law
yelkenleri fora etmek
Verb
hasıl etmek, sebep olmak, beraberinde getirmek, vukua getirmek, (gemiyi) çevirmek.
Land reform brought about a great change in the economy.
bir önergeyi ya da kanun teklifini geri çekmek
Verb
bir değişiklik yapmak
Verb
bir karara varılmasını sağlamak
Verb
karara varılmasını sağlamak
Verb
evlilik gerçekleştirmek
Verb
evliliği gerçekleştirmek
Verb
bir uzlaşma sağlamak
Verb
yanında/birlikte getirmek.
birini beraberinde getirmek
Verb
(a) kandırmak, ikna etmek, yola getirmek. (b) ayıltmak, kendine getirmek, iyileştirmek, teskin etmek,
(c) ziyaretçi olarak getirmek.
(a) geri getirmek, (b) hatırlatmak, ansıtmak, anılarını/hatıralarını canlandırmak.
This brings back to me my childhood.
birini görevine iade etmek
Verb
birini tekrar eski görevine getirmek
Verb
birini tekrar eski pozisyonuna getirmek
Verb
birşeyi yeniden kullanıma sokmak
Verb
birşeyle ilgili anılarını canlandırmak
Verb
birşeyi geri getirmek
Verb
birşeye dair anılarını canlandırmak
Verb
yüksek bir makama sunmak
Verb
kendi itibarını bozmak
Verb
(a) vurmak, vurup düşürmek, yaralamak, yakalamak.
He brought down several ducks on his last hunting trip. (b) (fiyatı) azaltmak, indirmek, tenzil etmek.
I won't buy that lamp unless they bring down the price. (c)
argo üzmek, umudunu/cesaretini kırmak, sukutu hayale uğratmak.
The bad news brought me down. (d) yıkmak, devirmek, alaşağı etmek.
to bring down the house
argo alkış tufanı koparmak, tavan yıkılırcasına alkışlamak.
birinin düşmesine neden olmak
Verb
birini iktidardan indirmek
Verb
birini yere yuvarlamak
Verb
birinin yere yuvarlanmasına neden olmak
Verb
tavan yıkılırcasına alkışlamak
Verb
(a) doğurmak, üretmek, hasıl etmek, (b) açıklamak, ortaya atmak, ileri sürmek, önermek.
to bring forth a proposal for reducing costs.
doğurmak, meydana getirmek, hasıl etmek.
protestolara neden olmak
Verb
birşeyi ortaya çıkarmak
Verb
birşeyle sonuçlanmak
Verb
(a) göstermek, meydana çıkarmak, ortaya koymak, (b) ileri sürmek, ortaya atmak.
to bring forward an opinion. (c) hesap yekûnunu nakletmek.
brought forward: nakliyekûn.
dava dilekçesi vermek
Verb
bir öğrenciyi kayırmak
Verb
öğrenciye iltimas geçmek
Verb
bir öğrenciye iltimas geçmek
Verb
(a) gözönüne koymak/sermek, ileri sürmek, dikkati çekmek.
In his talk he brought forward(s) several new ideas. (b) toplamı başka sayfaya nakletmek, (c) öne/önceye almak.
bring a date forward(s): bir tarihi öne almak.
gerçeği kabul ettirmek
Verb
(a) (gelir, kâr, irat, kazanç vb.) sağlamak/getirmek, kazandırmak.
Her extra job doesn't bring much in, but she enjoys it. (b) sunmak, takdim etmek, arzetmek, açıklamak, ilân etmek.
The jury brought in its verdict. (c) içeri getirmek/sokmak/almak, ithal etmek.
bring him in: Onu içeri al.
Dinner was brought in.
kararı açıklamak
Verb, Law
sanığı beraat ettirmek
Verb
enflasyonu kontrol altına almak
Verb
menfaatleri çatıştırmak
Verb
memlekete dışardan mal getirmek
Verb
mahkemeye delil göstermek
Verb
...'i gözler önüne sermek
Verb
kötü yönetim ile berbat etmek
Verb
mahkemeye depozito yatırmak
Verb
birini çevrenin nefretine uğratmak
Verb
başarmak, başarılı olmak.
He can bring off the most difficult feats when you least expect it.
birşeyin üstesinden gelmek
Verb
birşeyde başarılı olmak
Verb
(a) sebep olmak, husule getirmek, hasıl etmek, geliştirmek.
This incident will surely bring on a crisis. The sun is bringing on the plants. (b) çekmek, celbetmek.
to bring someone's wrath on someone: birinin gazabını birinin üstüne çekmek. (c) sahneye çıkarmak, takdim etmek.
bring on the dancing girls.
daha hızlı büyümesini sağlamak
Verb
birşeyle sonuçlanmak
Verb
(a) açıklamak, açığa vurmak, ifşa etmek, meydana çıkarmak, gözönüne sermek, belli etmek, göstermek, geliştirmek,
(b) (kitap, piyes vb.) yayınlamak, neşretmek.
The publishers will bring out his new book in the fall. (c) (resmen) topluma tanıtmak/takdim etmek.
to bring a girl out: bir genç kızı ilk defa sosyeteye çıkarmak. (d) dışarı götürmek /çıkarmak.
bir kitap yayımlamak
Verb
birşeyi yerinden çıkarmak
Verb
birşeyi belirginleştirmek
Verb
birşeyi dikkat çekici hale getirmek
Verb
birşeye dikkati çekmek
Verb
birşeyi görünür hale getirmek
Verb
(a) kandırmak, ikna etmek, yola getirmek. (b) ayıltmak, kendine getirmek, iyileştirmek, teskin etmek,
(c) ziyaretçi olarak getirmek.
(a) bring around, (b)
bring round to a subject: sözü bir konuya getirmek.
birinin birşey yapmasını sağlamak
Verb
birinin katılmasını sağlamak
Verb
birini bir duruma sokmak
Verb
birini mahkemeye vermek
Verb
birini mahkemeye vermek
Verb
birini birşeye sokmak
Verb
birini birşeye dâhil etmek
Verb
birinin başını belaya sokmak
Verb
birine birşey getirmek
Verb
birini ülkenin başına getirmek
Verb
birini iktidara taşımak
Verb
birinin aklını başına toplatmak
Verb
birini şartlara uymaya ikna etmek
Verb
bir şeyi moda çıkarmak
Verb
birinin başına birşey açmak
Verb
birinin başını birşeyle belaya sokmak
Verb
bir şeyi nizamnameye sokmak
Verb
kendi etmek, kendi bulmak
Verb
başını belaya sokmak
Verb
evin altını üstüne getirmek
Verb
(hastalıktan) kurtarmak.
to bring a patience through: bir hastayı kurtarmak.
(a) ayıltmak, kendine getirmek, diriltmek, canlandırmak, aklını başına getirmek, (b)
den. geminin
başını rüzgâra çevirmek, gemiyi orsa alabanda etmek, (c)
bring to bear: etkilenmesine sebep olmak, (d)
bring to book: hesap verdirmek, (e)
bring to pass: yaptırmak, husule getirmek, vukua getirmek, iras etmek.
durgun hale getirmek
Verb
kanun önüne çıkarmak
Verb, Law
birleştirmek, bir araya getirmek, kavuşturmak, (madenî levhaları) yapıştırmak.
Chance brought us together:
Tesadüf bizi bir araya getirdi.
birilerinin ilişkisini iyileştirmek
Verb
birilerini bir araya getirmek
Verb
birilerinin toplanmasını sağlamak
Verb
râmetmek, boyun eğdirmek, kendine tâbi kılmak.
(a) (çocuğu) büyütmek, yetiştirmek, terbiye etmek.
Parents try to bring up their children as good citizens. (b) ileri sürmek, ortaya atmak, söz konusu etmek.
to bring up a subject: ortaya bir konu atmak.
to bring something up against someone: birinin aleyhine bir şeyi ileri sürmek.
to bring someone up in the court: birinin adını davaya karıştırmak. (c) kusmak.
bring up one's food: yediğini kusmak. (d) (birdenbire) dur(dur)mak.
to bring up a car at the curb.
to be brought up short by something: bir şeye çarpıp birdenbire durmak. (e) (gemiyi) durdurmak, (f) yaklaştırmak, yanaştırmak.
bring up alongside the quay: rıhtıma yanaşmak.
bring up your chair to the fire: Sandalyeni ocağa (şömineye) yanaştır. (g) mahkemeye çağırmak/celbetmek.
bir gemiye el koymak
Verb