rezervden yemeğe başlamak
Verb
rezervden yemeye başlamak
Verb
derslerde geri kalmak
Verb
yazışmaları birikmek
Verb
ödemelerinde gecikmek
Verb
kiralarını düzenli ödememek
Verb
kirasını ödemede gecikmek
Verb
işinde geri kalmış olmak
Verb
iş inde geri kalmış olmak
Verb
bir işi yüzüne gözüne bulaştırmak
Verb
görevleri arasında olmak
Verb
hep dört ayak üstüne düşmek
Verb
dört ayağı üstüne düşmek
Verb
hep ayak üstü düşmek
Verb
birinin boynuna sarılmak.
görevini yerine getirmemek
Verb
iş inin kapsamına girmek
Verb
işinin kapsamına girmek
Verb
bir kimsenin yetkisi içinde olmak/olmamak.
It falls beyond my cognizance: Benim yetkim dışındadır/beni ilgilendirmez.
dört ayak üstüne düşmek, uygunsuz koşullara rağmen başarmak, şansı yaver gitmek.
niyetlerini çıtlatmak
Verb
fiyatlar inmişken (hisse) satın almak
Verb
(özellikle hisse senetleri fiyatları ya da döviz kurlarında) durma işareti göstermeyen birden ve hızlı düşüş
serbest düşme
Noun, Physics
serbest düşme
Noun, Physics
fiyatların birden aşırı düşmesi
karşılaşmak, tesadüfen aralarına karışmak.
atışmak, münakaşa etmek, çarpmak.
karşılaşmak, tesadüfen aralarına karışmak.
parçalanmak, dağılmak, dağılıp dökülmek, parça parça olmak, bozulmak.
geminin gerisinde kalmak
Verb
birden bire hafiflemek
Verb
aşağı doğru eğimli olmak
Verb
geri çekilmek, ric'at etmek.
The army forced the enemy to fall back.
birinden destek görmek
Verb
(a) geri kalmak, arkadan gelmek. (b)
get behind ile ayni anlama gelir. (borcunu) vaktinde ödeyememek,
(işi) vaktinde bitirememek.
to fall behind with the rent/with one's work.
değersizleşmek, değerini/kıymetini yitirmek, aşağılanmak.
güz hindibası
(Leontodon automnalis): sarı çiçekler açan bir ot.
Noun
(a)
fall down on olarak da söylenir
k.d. başarısızlığa/akamete uğramak.
His plan fell down. (b) düşmek, yıkılmak, çökmek, (yere) kapanmak, (c) ahlâkı bozulmak.
vadesi önümüzdeki ay gelmek
Verb
(US) sonbahar modası
Noun
(a) tamamen başarısızlığa uğramak, etki/ilgi uyandıramamak, fiyasko vermek.
The poor performance fell flat. (b) bekleneni elde edememek, karşılığını görememek.
(a) tam/büyük bir başarısızlığa/akamete uğramak, etkisiz/başarısız kalmak.
The joke fell flat. (b) yüzükoyun düşmek, kapaklanmak.
Bill fell flat on the floor.
fall flat on one's face: pat diye yüzükoyun düşmek.
(a) aldanmak, yutmak, aldatılmak, tongaya/faka basmak.
Don't fall for his trick: Onun hilelerine
aldanma. (b) âşık olmak, abayı yakmak, (sevdaya) tutulmak, vurulmak, bayılmak, bitmek, meftun/hayran olmak.
She fell for him.
(a) uyuşmamak, ayrı fikirde olmak, ihtilâfa düşmek, (b) sadakatten ayrılmak, ihanet etmek, (c) vazgeçmek, terketmek.
şamar oğlanı, başkasının cezasını çeken kimse.
Noun
kurban: dolandırıcılık veya şaka kurbanı.
Noun
enayi, kolayca aldatılan/faka bastırılan kimse.
Noun
geminin kaburgaları veya bordası gibi içeriye doğru eğilmek.
(a) çökmek, yıkılmak, göçmek.
The roof fell in from the weight of the snow. (b)
ask. diz(il)mek,
sıraya girmek/dizmek.
fall in, men! The captain fell the soldiers in. (c)
fall in with ile ayni anlama gelir. (tesadüfen) tanışmak, rastgelmek, karşılaşmak, tesadüf etmek.
On our trip we fell in with some interesting people. (d) uyuşmak, anlaşmak, uygun bulmak, muvafakat/kabul etmek.
to fall in with someone's views. They fell in with our plans. (e) (sözleşme, kontrat vb.) sona ermek, (f) (borç) vadesi gelmek.
değerinde düşüş olmak
Verb
(a) başlamak, girişmek.
to fall into conversation. (b) bölünmek, ayrılmak.
The subject falls into 3 divisions: Konu 3 kısma ayrılır. (c)
fall into error: yanılmak, hataya düşmek.
fall into a habit: bir şeyi âdet edinmek.
fall into temptation: şeytana uymak.
çaresizliğe kapılmak
Verb
çöküntü çizgisi: bir yaylanın sınırını oluşturan şelâle vb. gibi arazi çöküntüsü.
Noun
(US) sonbahar malları
Noun
bir ya da daha çok suçlunun kanuni ödemelerde kullandıkları para rezervi
(US) bir ya da daha çok sayıdaki suçlunun yasal ödemelerde bulunmak üzere kullandıkları para rezervi
(elektrik) voltaj düşmesi
(a) ayrılmak, çekilmek, (b) (sağlık) bozulmak, kötüleşmek, fenalaşmak, (c) (sayı, miktar, şiddet) azalmak,
eksilmek.
Attendance at baseball games fall off late in the season. (d)
den. rüzgâra baş tutmamak, orsadan düşmek, (e)
fall off the roof
: argo âdet görmek, aybaşı olmak.
(a) düşmek, (b) azalmak, (c) bırakmak.
(a) bozuşmak, çatışmak, kavga/münazaa etmek.
J. and P. have fallen out with each other over the education of their children. (b) (vaki) olmak, vukua gelmek, cereyan etmek.
Everything fell out as we hoped. It fell out that … (c)
ask. sıradan ayrılmak, dağılmak.
fall out! Dağıl!
(a) devrilmek, sırtüstü düşmek.
fall over an obstacle: bir engele çarpıp düşmek. (b) yarış etmek,
birbirinin üstünden atlamak.
People were falling over one another to see the actress: Artisti görmek için halk birbirinin üstünden atlıyordu.
vs'nin güvertesinden denize düşmek
Verb
güverteden denize düşmek
Verb
yüzüstü kapaklanmak, yere düşmek, bayılıp yere yıkılmak.
büyük miktarda düşmek
Verb
büyük miktarda azalmak
Verb
erişememek, ulaşamamak, yetmemek.
His income fell short of his needs.
güz yarıyılı
Noun, Education-Training
başaramamak, akamete uğra(t)mak, gerçekleş(tire)memek, suya düşmek, vazgeç(il)mek.
His plans fell through: Planları suya düştü.
(a) saldırmak, üzerine atılmak, hücuma/taarruza geçmek/girişmek.
The swordsman fell to with great enthusiasm. (b) yemeye başlamak.
The girls fell to as soon as they sat down. (c) (bir işe) başlamak, girişmek, dalmak.
I fell to thinking: Düşünceye daldım.
Now then, fall to! Haydi, işinize! (d) görevi olmak, (görev) üzerine düşmek.
It falls to me to thank to the speaker. (e) kendiliğinden kapanmak.
The lid of the chest fell to.
(a) görevli/sorumlu olmak, (b) … sınıfına/grubuna girmek/dahil olmak, … olarak dasnif edilmek, tâbi olmak, maiyetine girmek.
saldırmak, üzerine atılmak, hücum etmek.
(konvoy) kafilenin düzensiz duruma düşmesi