son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
her zamankinden çok kararlı olmak
Fiil
ebediyen, durmadan, fasılasız, biteviye, daima.
He is for ever changing his mind: Durmadan fikir
değiştiriyor.
for ever and ever: ilelebet, ebediyete kadar.
Turkey for ever: Yaşasın Türkiye!
… bile, şayet, eğer, kazara.
We seldom if ever go: Gitsek bile pek seyrek/nadiren gideriz.
If ever you see him: Eğer onu görecek olursanız.
Now if ever is the moment to act: Harekete geçmenin tam zamanıdır (Harekete geçmenin zamanı varsa işte şu andır).
He's a liar if ever there was one: Yalancının tekidir (= Eğer bir tek yalancı varsa odur).
He is a poet if ever there was one: Dünyada tek şair varsa o da odur (Ben şair diye ona derim/şairlik ona yakışır).
seldom if ever = scarcely ever: nadiren, belki de (hemen hemen) hiç.
son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
Daima senin (mektup sonunda imzadan önce yazılır).
sonuna kadar, ebediyen, ondan sonra, hep, artık.
They lived happily ever after: Sonuna kadar mutlu
yaşadılar. (Masallarda “onlar ermiş muradına” anlamında söylenir.)
sık sık, arasıra, zaman zaman, ikide birde.
Ever and anon she thought back to those difficult times:
Sık sık o çetin anları anımsardı.
zaman zaman, arasıra, arada sırada.
her zamankinden daha ...
Zarf
…'den beri, -den sonra, o zamandan beri, … sürece.
ever since I was a boy: çocukluğumdan beri.
ever since I have lived here: burada oturduğum sürece.
ever since (then) they have been very careful: Bundan sonra çok dikkatli oldular.
(a) o vakitten/zamandan beri.
He was elected in May and has been chairman ever since . (b) olalı,
edeli, -den bu yana, -den beri.
He has been busy ever since he came: Geldi geleli/geldiğinden beri hep uğraşıyor/çalışıyor.
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
Daima senin (mektup sonunda imzadan önce yazılır).
sonsuzluğa dek, ilelebet, ebediyen.
müthiş, muazzam, dehşetli, görülmemiş derecede, hem de nasıl.
“Isn't it very cold today?” “Is it ever!” “Bu gün çok soğuk, değil mi?” “Hem de nasıl!”
Is it ever big! Amma da büyük ha!
asla, kat'iyen.
I never ever smoke.
Amasyanın bardağı, biri olmazsa bir daha.
Sıfat
Acayip! Çok tuhaf! Allah Allah!