best,

  1. Exclamation Saygılarımla,
  2. Exclamation Selamlar,
en iyi(si), en âlâ, en güzel/mükemmel/kusursuz.
the best student in the class: sınıfın birincisi
(en iyi/en çalışkan öğrencisi).
the best years of my life: hayatımın en iyi/mutlu yılları.
He is my best friend: O en iyi dostumdur.
the best work: kusursuz iş.
en uygun/isabetli.
the best way: en uygun/isabetli yol.
The best thing to do is to wait:
Yapılacak en iyi şey beklemektir.
büyük/önemli kısım, çoğu, kısmı küllisi, hemen hemen.
the best part of the day: günün büyük kısmı.

He spends the best part of the year in the country: Yılın önemli bir kısmını sayfiyede geçirir.
for the best part of an hour: bir saate yakın/hemen hemen bir saat.
en mükemmel/iyi/uygun (bir şekilde).
a hairdo that best suit her features: yüz hatlarına en uygun
saç (tuvaleti).
Do as you think best: En uygun gördüğünü yap.
son derece, tamamen, en çok, en iyi.
best-suited, best-known, best-loved gibi terkiplerde kullanılır:

the best loved actor: en çok sevilen aktör.
I love strawberries best: En çok çileği severim.
You know best: Herkesten iyisini sen bilirsin.
(bir şeyin) en iyisi/âlâsı, en güzeli.
The best is yet to come: En iyisi daha geride (gelecek).

They always demand and get the best: Daima en iyisini ister ve alırlar.
to do/try one's best: elinden geleni yapmak.
to the best of my knowledge/recollection: bildiğim/hatırlayabildiğim kadarı, bildiğime/hatırladığıma göre.
The best of the matter is that … : İşin güzel/hoş tarafı şu ki …
to the best of one's ability: gücü yettiği kadar.
I will do the work to the best of my ability.
to be at one's best: formunda olmak.
The roses are at their best now: Şimdi güllerin en güzel zamanıdır.
Even at the best of times: En uygun zamanda bile.
Noun
en iyi elbise.
Sunday's best: bayramlık elbise.
Don't forget to wear your best: En iyi elbiseni giymeyi unutma. Noun
en iyi dilekler, selam ve hürmet.
Please give my best to your father: Babana selam ve en iyi dileklerimi söyle. Noun
üstün gelmek, galebe çalmak, yenmek, pes dedirtmek, hakkından gelmek, haklamak.
After a long struggle
we bested them.
He bested me in argument: Tartışmada benden üstün geldi.
Transitive Verb
en iyi sonuç alan reklam
sonu hayırlı, en iyi sonuç veren.
At first we were unhappy about the plan, but it turned out to be
all for the best: Önceleri plandan memnun değildik, fakat sonu iyi/hayırlı geldi.
iyi şanslar
en iyi şekilde.
Do it as best you can.
elinden geldiği/gücü yettiği kadar, mümkün mertebe.
I helped him as best I could: Ona elimden geldiği kadar yardım ettim.
en iyi fiyattan
(a) en uygun koşullar altında (bile), nihayet, olsa olsa, taş çatlasa.
At best we can do only half
as much as last year: Olsa olsa (taş çatlasa) geçen seneninkinin yarısı kadar ancak yapabiliriz. (b) bütün yeteneği/gücü/bilgisi ile.
At his best he is unsurpassed: Bütün gücü ile gayret etse onu kimse geçemez. (c) en âlâ, en mükemmel.
cabinetmaking at its best. (d) en iyimser görüşle/anlayışla/yorumla bile.
It was a sad effort at best.
taş çatlasa ondan önce oraya varamam
kıvamında
formunda, en iyi durumunda.
I am never at my best in the early morning.
en uygun fiyata
uygun fiyata
en iyi fiyata
saldırı en iyi savunma biçimidir
saldırı en iyi savunma biçimidir
en iyi ... ödülü Noun
en iyi yerleri zaptetmek Verb
formunda olmak Verb
sapasağlam olmak Verb
en iyi yönetilen şirketlerden olmak Verb
birinci gelmek Verb
en iyi/en emin hareket tarzı/davranış, tek kurtuluş çaresi.
The pilot's best bet was to make an emergency landing. Noun
en yüksek fiyatı veren
bir tüketici örgütünce dikkatle denendikten sonra paranın karşılığını en iyi sağlayan ve rakip mallar
arasında en iyisi olarak önerilen bir ürün
çok iyi durumda
en iyi savunma mevzii
(US) acente olarak hareket eden yatırım bankerlerinin hisse senetlerini halka satmak için ellerinden geleni yapacakları taahhüdü
doğrudan doğruya delil
birinci derecede ispat kabiliyetini haiz delil
en makbul delil
asli delil
ispat kabiliyeti olan delil
birinci derecede asli delil
uygun Information Technology
besin maddeleri için en iyi gün (bir gazetede besin ile ilgili yazıların çıktığı ve bu nedenle besin
toptancı ve perakendecilerinin reklam vermelerine
iyi izlenim/etki bırakacak tavır/tutum.
put one's best foot forward/foremost foot1 (39).
çocuğun yararı Noun
çocuğun yüksek yararı Noun, Law
en iyi mal
en iyi marka
sağdıç. Noun
birinci sınıf senet
yüksek sosyete
çok başarılı gösteri
çok başarılı konser
çok başarılı seans
(US) en iyi haber alan gazeteci
en iyi uygulama
borsada borsa bankerinin ayarlayacağı en iyi fiyat
en iyi fiyat
uygun fiyat
en iyi ürün
en iyi kalite
ekstra kalite
saygılarımla
Selamlar, Exclamation
Saygılarımla, Exclamation
(belirli bir sürede) en çok satılan/satış rekoru kıran (kitap, plak vb.).
çok sürümlü, en çok satılan/rağbet gören (mal).
This dress is a best-seller = bestseller = best seller in the south.
en iyi satılan mal grubu
seçkin zümre
mevcut en iyi zaman (radyo ya da televizyon istasyonunda reklam verenin açısından en iyi zaman
en iyi giyinen adam
birinin iyi yönlerini ortaya çıkarmak Verb
en iyi olmak Verb
en başarılı olmak Verb
en yüksek başarıya ulaşmak Verb
yenilmek Verb
birini en iyi dostları arasında saymak Verb
en iyi yazarlardan seçmeler toplamak Verb
politik becerilerini göstermek Verb
elinden geleni yapmak.
kendi gücü dahilinde her şeyi yapmak Verb
bir şeyi iyi niyetle yapmak Verb
bir şeyi iyi niyetle yapmak Verb
el inden geleni yap
en iyi (bayramlık) elbisesini giymek.
kerte sine getirmek Verb
sonu hayırlı, en iyi sonuç veren.
At first we were unhappy about the plan, but it turned out to be
all for the best: Önceleri plandan memnun değildik, fakat sonu iyi/hayırlı geldi.
üstün çıkmak.
galebe çalmak Verb
galip gelmek Verb
en etkin bir biçimde kullanmak Verb
bir şeyin en iyisini elde etmek Verb
bir kimseden en iyi şekilde yararlanmak.
to get the best out of the bargain: pazarlıktan kârlı çıkmak.
bir şeyden azami fayda elde etmek Verb
(a) üstün olmak, üstünlük sağlamak.
We tried hard, but they had the best of the game: Çok gayret
ettik, fakat onlar oyunda üstünlük sağladılar. (b) yenmek, mağlûp etmek, galip gelmek, yere vurmak, alt etmek.
After a long struggle, we got the best of them: Uzun bir mücadele sonunda onları yendik.
bir siparişi karşılamak için titiz davranmak Verb
siparişi karşılamak için titiz davranmak Verb
(Br) birinin üstünlüğünü kabul etmek Verb
en iyisi/uygunu/makulü/münasibi.
You had best phone your mother to tell her where you are going:
En iyisi annenen telefon edip nereye gittiğini söylemektir. {

NOT
: Amerikan İngilizcesinde
You had best do it ile

You would best do it
deyimlerinin ikisi de eş anlamlı olarak kullanılır. Fakat İngilterede ikinci deyim yanlış sayılır.}
Son gülen iyi güler.
Son gülen iyi güler. Sentence
en iyileriyle rekabet edebilir durumda olmak Verb
gerisini talihe/Allaha bırakmak, sonuçtan umut kesmemek, güvenini sarsmamak.
Don't worry about the
exam, you study as hard as you can, and then hope for the best.
en çok sevdiğim çilektir
elimden geleni yapacağım
birinin menfaatine
en iyisi.
en iyisi istifa etmek olurdu
Hayırlı olsun.
güzel (en iyi hali ile) gözükmek, kendine yakıştırmak.
She looks her best in tweeds.
oluru ile yetinmek, aza kanaat etmek, aza çoğa bakmamak, olanından azamî yararlanmak.
After her husband's
retirement the couple had a smaller income, but they made the best of it.
to make the best of one's opportunities: fırsatlardan en iyi şekilde yararlanmak.
azamî derecede yararlanmak/istifade etmek, mihneti kendine zevk edinmek.
yiğitliğe bok sürmemek Verb
zor koşullar altında elinden geleni yapmak, yapılması gerekeni yapmak.
hem dünyalığını hem de ahretliğini yapmak Verb
hem dünyalığını hem de ahretliğini yapmak Verb
ondan azami faydalanmak Verb
fırsattan istifade etmek Verb
zamanını iyi kullanmak Verb
elinden geldiğince çabuk gitmek Verb
mümkün olduğu kadar çabuk eve dönmek Verb
Her işte bir hayır vardır.
yüksek sosyeteyle düşüp kalmak Verb
en iyi iş çevrelerinde dolaşmak Verb
ikinci en iyisi
satılan eşya geri alınmaz en çok satılan
en iyi İngiliz malı
elinden gelen.
to do one's best: elinden geleni yapmak.
I am doing my best: Elimden geleni yapıyorum.
en güçlü delil
(bir kimsenin) elinden gelen, (yapabileceği) en iyi.
I'll do my level best: Elimden geleni yaparım.
yüksek mertebelerdeki şahıs
kendi rekoru Noun
...'e selam söyleyin.
...'e selamlarımı iletin.
...'e selamlar.
kişilik giysilerini giymek Verb
mümkün olduğu kadar iyi izlenim bırakmak Verb
acele etmek Verb
gayret göstermek Verb
(a) iyi tesir bırakmaya çalışmak, iyi tarafını göstermek, (b) hızlı yürümek, acele etmek.
It's a long
way to the village, but if you put your best foot forward you'll reach it before the evening. (c) çok gayret sarfetmek, elinden geleni yapmak.
You've been so lazy in the past few months, you'll have to put your best foot forward if you want to pass that examination now.
acele etmek Verb
bir şeyi iyi yanından almak Verb
iyi yer kapmak için itişip kakışma
(nitelik/başarı/işçilik vb. bakımından) ikinci.
ikinci en iyi takım giysi
ikinci en iyi gümrük tarifesi politikası Noun
en yüksek fiyatı elde etmek Verb
en yüksek fiyata satmak Verb
hisse senetleri ya da emtiaları mümkün olan en iyi fiyata satması için borsa simsarına verilen talimat
en iyisine sat
eğer satın alıyorsa en düşük fiyatı elde etmelidir
eğer simsar satıyorsa en yüksek fiyatı bulmalıdır
büyük kârla satmak Verb
en iyi yazın satmak Verb
bir şeyi yüksek değerine satmak Verb
en iyi dileklerini göndermek Verb
iyi dileklerini iletmek Verb
iyi dileklerini yollamak Verb
en iyi kalite mal kullanılmasını şart koşmak Verb
en iyi kalite mal kullanılmasını şart koymak Verb
bayramlık/en iyi elbise.
daniska
yediğim en güzel yemek
en iyisi istifa etmek olurdu
işin iyi yanı
kaymak
...'in neredeyse tamamı Noun
...'in önemli bir kısmı Noun
...'in büyük bir bölümü Noun
Hayatımızın En Güzel Yılları Proper Name, Cinema
ikinci en iyi teoremi
bildiğime göre
bildiğim kadar ıyla
anımsayabildiğim kadarıyla
anımsayabildiğim kadarıyla
hatırlayabildiğim kadarıyla
el inden geldiği kadar
kabil olduğu kadar
elinden geldiği kadar
elinden geleni yapmak Verb
elinden gelen gayreti göstermek Verb
birşeyden azamî yararlanmak.
en iyi şartlar altında
elinden geleni eksik etmemek Verb
kafasını yormak Verb
... hususunda makul çerçevede azami gayret göstermek Verb, Law
birşeyi en verimli şekilde kullanmak Verb
eşsiz, eşi az bulunur, en iyisi/yeteneklisi ile boy ölçüşür.
He can play bridge with the best :
Briç oynamakta eşi az bulunur (en iyi oyuncu ile boy ölçüşür).
She can swim with the best.
He can lie with the best: Yalancılıkta eşsizdir.
keep up wit the best of them: en iyi dereceyi korumak, en iyileriyle boy ölçüşmek.
yapacağınız en iyi/isabetli iş, en iyisi.
best bet
Harikasın! Sentence

Bağlama, kapama; düğümleme