all

  1. Adjective bütün.
    all the world: bütün dünya.
    all Turkey: bütün Türkiye.
    all the others: bütün
    ötekiler.
    all my life: bütün hayatım.
    with all speed: bütün hızıyla.
    with all due respect: kemali hürmetle.
  2. Adjective her, her şey(e), her türlü.
    at all hours: her saatte.
    to loose one's all: herşeyini (varını
    yoğunu) kaybetmek.
    my all: varım yoğum, herşeyim.
    all kinds/all sorts: her çeşit/nevi.
    beyond all doubt: her türlü şüphenin ötesinde/şüpheye yer vermeyecek şekilde.
  3. Pronoun hep(si), tamamı, tümü.
    He ate all of the peanuts: Fıstıkların hepsini yedi.
    almost all:
    hemen hemen hepsi.
    all of us: hepimiz.
    all of you: hepiniz.
    all together: hep beraber.
    all whom I saw: gördüklerimin hepsi.
    We all love him: Onu hepimiz severiz.
    I know it all: Hepsini biliyorum.
    Take it all: Hepsini al.
    Is that all there is to it? Hepsi bu mu?
    That's all there is to it: Hepsi bundan ibaret.
    That's all: Hepsi bu (kadar)/vesselam.
    The best of all would be … : En iyisi … olacak.
    What is it all about? Ne var? Ne oluyor?
  4. Pronoun her şey.
    Is that all you want to say? Söylemek istediklerin (söylemek istediğin her şey) bu mu?

    all is lost: Herşey mahvoldu.
    all is over between us: Aramızda her şey bitti.
    all is well: Her şey yolunda.
    above all: herşeyden önce.
    after all: herşeye rağmen.
  5. Pronoun herkes, hepimiz.
    all must die: Hepimiz öleceğiz.
  6. Noun her şey, toplam, bütün dünya/âlem/evren/kâinat.
  7. Noun bir kimsenin bütün varı yoğu.
    to give one's all: her şeyini/bütün malını/varını yoğunu vermek.
  8. Adverb büsbütün, tamamıyla, baştanbaşa, tamamen.
    He is all alone: Yapayalnızdır/büsbütün yalnız kaldı.

    He is not all bad: Büsbütün kötü değildir.
    to be dressed all in black: baştanbaşa karalar giyinmek.
    She was all ears: tamamıyla kulak kesildi.
  9. Adverb sırf, münhasıran, yalnızca, sadece.
    He spent his income all on pleasure: Gelirini sırf zevkine harcadı.
  10. Adverb herbirine, her biri için.
    The score was one all.
  11. Adverb pek, çok.
    You will be all the better for it: Siz bu işe çok münasipsiniz.
    The hour came all
    too soon: Saat/vakit pek erken geldi.
    He is not all there: Pek kendinde değildir/aklı başka yerlerde geziyor/terelelli.
    He is all there: Onu hiç merak etme/o işini bilir/açıkgözdür.
insanın bütün hayatı boyunca
cihanşümul Adjective
âlemşümul Adjective
cihanşümul Adjective
âlemşümul Adjective
ömrü boyunca birinin baş belası olmak Verb
aklı başında olmak Verb
aklı başında olmak Verb
melekelerine hâkim olmak Verb
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak Verb
bütün rakiplerinin üstünde olmak Verb
bütün nişanlarını takmış olmak Verb
bütün enerjisini bir şeye yöneltmek Verb
bütün ümitleri yok etmek Verb
bir şeyi çok istemek Verb
bütün işçilerini işten çıkarmak Verb
tüm enerjisini bir şeyde kullanmak Verb
bütün rakiplerinin üstüne çıkmak Verb
bütün etkisini kullanmak Verb
bütün sermayesini teçhizata yatırmak Verb
bütün mühimmatını kullanmış olmak Verb
bütün gücünü bir şeye harcamak Verb
son haddine kadar
kör dövüşü Noun
kargaşa Noun
karambol Noun
kör dövüşü Noun
bütün parasını bağışlamak Verb
müflisten vâki olacak bütün taleplerden vazgeçmek Verb
müflisten vaki olacak bütün taleplerden vazgeçmek Verb
bütün parasını harcamak Verb
anlayışlı/makul olmak, sağduyusu yerinde/aklı başında olmak.
He wouldn't act like this if he he had
all his marbles: Aklı başında (makul) olsa böyle yapmazdı.
tüm servetini hisse senet dilerine yatırmış olmak Verb
tüm servetini hisse senetlerine yatırmış olmak Verb
anlayışlı/makul olmak, sağduyusu yerinde/aklı başında olmak.
He wouldn't act like this if he he had
all his marbles: Aklı başında (makul) olsa böyle yapmazdı.
dikkatli olmak Verb
iyi haberdar olmak Verb
bir dediği iki olmamak Verb
bütün gün ayakta kalmış olmak Verb
beceriksiz olmak Verb
bütün hasımlara karşı direnmek Verb
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek Verb
komşusunun neler karıştırdığını bilmek Verb
bütün parasını hayır işlerine bırakmak Verb
can kulağıyla dinlemek Verb
her şeyini bir ata yatırmak Verb
cesaretini ele almak Verb
bütün gücünü toplamak Verb
kafadan sakat/çatlak olmak, bir tahtası noksan olmak, deli olmak, aklından zoru olmak.
Anyone who
would do such a thing must not have all his buttons.
âciz kalmak, işin üstesinden gelememek, becerememek, sakarlığı üzerinde olmak.
I feel all fingers
and thumbs. My fingers are all thumbs today, I really couldn't play the piano.
bütün parasını harcamak Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
bütün takatını tüketmek Verb
aklı yerinde olmak (bütün akli melekelerine sahip olmak Verb
bütün malını mülkünü karısının üstüne yapmak Verb
bütün malını mülkünü karısına bırakmak Verb
bütün cephanesini tüketmek Verb
bütün parasını işletmeye yatırmak Verb
bütün enerjisini tüketmek Verb
bütün parasını harcamak Verb
bütün madalya ve nişanlarını taşımak Verb
bütün hayatını ona bağlamak Verb
gücünü kuvvetini toparlamak Verb
yolundan bütün engelleri kaldırmak Verb
birinin bütün zamanını almak Verb
bütün kaynaklarını bir işe tahsis etmek Verb
erzağını tüketmek Verb
bütün erzakını tüketmek Verb
(a) gayretle, şevkle, seve seve, ciddiyetle, hararetle, (b) samimiyetle, içtenlikle, bütün kalbiyle.
bütün gücüyle, olanca kuvvetiyle, canını dişine takarak.
He worked with all his might and main.
deli gibi çalışmak Verb
hepsinden önemli(si), en önemli(si)/üstün(ü), herşeyden önce/ziyade, özellikle.
Charity above all:
Hayırseverlik her şeyden önce gelir.
herşeyden önce, evvelemirde.
Above all we need some food to eat: Herşeyden önce yiyeceğe ihtiyacımız var.
hepsinin üstünde Adverb
sonunda, bununla beraber, mamafih, netice itibarıyla, herşeye rağmen, ne de olsa, yine de.
after all,
what does it matter? Netice itibarıyla bunun ne önemi var? (Bundan ne çıkar?)
after all, he is your son: Ne de olsa oğlundur.
I decided to take the train after all: Sonunda trenle gitmeye karar verdim.
Adverb
herşeye rağmen, ne de olsa.
After all, he's still a child: Ne de olsa henüz bir çocuk.
ve saire, filân, ve bütün benzerleri.
You sure you have enough gas and all? Yeteri kadar benzin
vesaireniz olduğundan emin misiniz?
Clever and all he is … : Bu kadar zeki filân olduğu halde …
(a) hiç, kat'iyen, asla, zerre kadar, azıcık, şayet, eğer.
I wasn't surprised at all: Asla hayret
etmedim.
Did you speak at all? Hiç konuştunuz mu?
I don't know him at all: Onu hiç/kat'iyen tanımıyorum.
If you hesitate at all: Zerre kadar tereddüt ederseniz …
If there is any wind at all: Azıcık rüzgâr esse …
He will come tomorrow, if at all: Şayet gelecekse yarın gelir.
Do you see him at all: Onu hiç görüyor musunuz?
Not at all: Bir şey değil, önemsiz, önemi yok, zikre değmez, asla.
If you go there at all: Şayet oraya gidecek olursanız … (b) ne diye, neden, ne sebeple, herhangi bir sebeple.
Why bother at all: Ne diye endişe edeyim? Endişeye hiç mahal yok.
hiç, asla, kat'iyen, hiçbir suretle.
He doesn't smoke at all: Asla sigara içmez.
He doesn't
seem at all interested in my plan: Planımla kat'iyen ilgilenmiyor.
Do you go there at all: Hiç oraya gider misiniz?
tuhaf/acayip olmak, akıl ermemek.
It beats the Dutch how Tom disappeared suddenly: Tomun birdenbire
kayboluşu doğrusu pek acayip!
yolculuk çantası Noun
alışveriş çantası Noun
başarıyla tamamlamak Verb
panzehir
her derde deva
tüm seçimleri kaldırmak Verb, Information Technology
primsiz ya da sermayeden elde edilen geliri olmadan ve yakın tahakkuk edecek haklar hariç
temettüsüz
her derde deva
hepsi, hepsi dahil, hep beraber, topu topuna.
They are ten in all: Hepsi on kişidir.
toplam olarak, topu topuna, hepsi.
We were fifteen in all.
çok bilmiş
ukala
ukala (kimse)
ukala
biçare adam
çok yoksul kişi
kumbara
bülbül gibi söylemek Verb
(US) sizler
hepiniz
herkes binsin
(gemi , tren) kalkıyor
but . yalnız başına
yapayalnız
başından beri, ta başından.
He knew all along that it was a lie: Bunun bir yalan olduğunu başından beri biliyordu.
çepçevre çepeçevre
tam yetki Information Technology
hemen hemen, takriben, nerede ise, az kaldı.
She is all but dead: Az kaldı ölüyordu.
hemen hemen, neredeyse, aşağı yukarı.
The job is all but finished: İş hemen hemen bitti.
tümü büyük harf Information Technology
bütün katılanlar Noun
başvuran herkes
bütün gün
her şeyi saran
doğrudan doğruya bir emsal
(ücrete ek olarak) yeyip içme ve yatma (dahil).
The cook gets $60 a week and all found.
dört ayak: hayvanın 4 ayağı, insanın 2 eli ve 2 ayağı.
to land on all fours: dört ayak üstüne düşmek. Noun

high-low-jack, old sledge, seven-up, pitch ile ayni anlama gelir. iki veya üç kişi arasında oynanan
bir nevi iskambil oyunu.
Noun
olağan, mümkün, muhtemel, tasavvur edilebilir, alabildiğine, olabildiği kadar.
The wind was as cold
as all get-out: Rüzgâr alabildiğine soğuktu.
son derece.
big as all get-out: son derece büyük.
selam.
bir gruptaki herkes
çok önemli
yorgun, bitkin, bitap.
We were all in at the end of the day: Günün sonunda hepimiz bitap düştük.
hepsi(ni), tamamı, tümü, bütünü (ile), bütün olarak, topu topuna, genel olarak, herşeyden önemli.
Taking
it, take all in all: Alıyorsan hepsini al.
They were all in all to each other: Birbirinin herşeyi idiler.
all inall, her condition is greatly improved: Genel olarak durumu çok düzeldi.
He imagines that he is all in all in business: Kendini iş hayatında çok önemli sanıyor.
There were ten people all in all: Topu topuna on kişi vardı.
all told: tamamı, hepsi, tümü.
Bir bütün olarak ele alındığında,
prim gibi yan ödemeleri içeren ücret
her türlü zarar ziyan sigortası Noun
en aşağı.
It cost him all of $50: Ona en aşağı 50 dolara mal oldu.
hepsi bir, farketmez.
(a) tamamen aynı, birbirinin aynı/tıpkısı/benzeri.
They are all one in their love of music. (b)
farksız, farketmez, eşit, aynı, bir.
It is all one to me whether you stay or go: İster kal, ister git, bence bir/farketmez.
resmi muamele yapılmayacağına dair alış ya da satış için verilen emir
bütün güçleriyle, büyük gayretle, alabildiğine.
They went all out to finish on time: Vaktinde
bitirebilmek için bütün güçleriyle çalıştılar.
her tarafta; tamamen bitti; yeni baştan, tekrar.
(a) her taraf(t)a, her yer(i), her yer(d)e.
to travel all over: Her tarafta seyahat etmek. (b)
tamamen, tamamıyla, baştanbaşa.
I traveled all over country: Memleketi baştanbaşa gezdim.
be wet all over: tepeden tırnağa ıslanmak, sırsıklam olmak. (c) bitti, bitmiş, sona ermiş.
Troubled days are all over now: Sıkıntılı günler artık sona erdi.
karman çorman Adjective
selamet, tam sıhhatte, sağlıklı.
Are you all right? selamet misiniz (Sağlığınız iyi mi?)
evet, peki, pek âlâ, hayhay.
all right, I'll go with you: Peki, seninle (beraber) gideceğim.
elverişli, maksada uygun, şayanı kabul.
His performance was all right , but I've seen better.
memnuniyet verici şekilde, istenildiği gibi.
His work is coming along all right: Eseri, memnunluk
verecek bir şekilde ilerliyor.
elbette, şüphesiz, mutlaka, muhakkak, hiç şüphe yok ki.
You'll hear about this all right! Bunu şüphesiz duyacaksınız.
iyi, güvenilir, dürüst.
an all right fellow: güvenilir bir kişi.
mükemmel, hoş, tatlı.
We had an all right time at the party: Eğlentide hoş vakit geçirdik.
pek iyi, peki, hayhay.
He's all right: (a) (sağlığı) iyidir, iyileşti, sıhhatte, bir şeyi yok. (b) kötü adam değildir.
bütün risklere karşı poliçe
hazır ve istekli
(a) tam hızla, son hızla.
The ship ran aground all standing: Gemi son hızla karaya oturdu. (b)
tam giyinmiş, tam teçhizatla, tam donatılmış.
The crew turned in all standing.
uyanık, çevik, açık göz.
He's all there: çok açık gözdür.
herkesin istediği birşey Noun
beceriksiz, sakar, acemi.
His fingers are all thumbs: Çok beceriksizdir, eli bir işe yatmaz.
eşine raslanmamış, rekor.
all-time high temperature: eşine raslanmamış sıcaklık.
cümleten
cümbür cemaat
hep beraber
bütünüyle, tümüyle, hep beraber.
her husus göz önüne alındığında, her şey/hepsi hesaba katılırsa, topu topuna.
(a) (gazete) baskıya hazır, (b)
k.d. işi bitik.
It's all up with George, they've caught him:
George'un işi bitik, enselendi.
tamamile yanlış/hatalı/saçma.
bir pasajın bir oktav yukarıdan/aşagıdan çalınacağını bildiren talimat.
Ne de olsa ... Adverb
bütün riskleri göze almak Verb
her fiyattan
birşeyin sonuna kadar arkasında olmak Verb
birşeyi sonuna kadar desteklemek Verb
bütün riskleri kapsamak Verb
bütün gün telefon etmek Verb
ambale olmak Verb
bütün bunlara rağmen Adverb
hiç kesintisiz
avarya sız
bütün kozlar elinde olmak Verb
tüm kozları elinde bulundurmak Verb
bütün siparişleri karşılamak Verb
küçüklü büyüklü
Böyle rezillik olmaz! Sentence
İnsaf artık! Sentence
Bu kadar da olmaz! Sentence
her şeyde mükemmel olmak Verb
bütün süsleri çıkarmak Verb
bütün hakların mahfuz olması
hiçbir itiraz dinlememek Verb
görünüşe bakılacak olursa
her türlü modern konforu haiz