(a) üzerine/omuzlarına çökmek, tazyik etmek.
Responsibility for his family bears down on a young man. (b) çabalamak, gayret sarfetmek, (c) hızla yaklaşmak, heybetle üzerine doğru gelmek, hücum etmek.
to bear down on the enemy: düşmana saldırmak.
The iceberg bore down on the ship: Buzdağı heybetle geminin üzerine doğru geliyordu. (d) şiddetle cezalandırmak.
The courts bear down (hard) on young criminals.