yaşama biçimini değiştirme
çok sıkı çalışmak.
He broke his back to finish writing the book on time.
(sporda) ilk sayıyı yapmak,
k.d. şeytanın bacağını kırmak.
yolculuğuna ara vermek
Verb
yolculuğuna Ankara'da ara vermek
Verb
kelleden olmak, kelleyi koltuğa almak, çok tehlikeli işe atılmak, hayatını tehlikeye atmak.
You'll break your neck if you're not more careful: Dikkat etmezsen kelleden olursun.
çok çabalamak/gayret sarfetmek, alnının damarı çatlamak.
Don't break your neck on this job: it's not urgent.
vaadi yerine getirmemek
Verb
(Br) tahliye şartını bozmak
Verb
kalbini kırmak, gücendirmek, incitmek, rencide etmek.
He broke my heart: Kalbimi kırdı.
I broke my heart over his unwarranted remark: Yersiz sözlerine çok gücendim.
başarısızlığa uğratmak, belini bükmek/kırmak, iflâs ettirmek.
His family's extravagancy is breaking his back.
birinin konsantrasyonunu bozmak
Verb
birinin dikkatini dağıtmak
Verb
(birinin) kalbini kırmak
Verb
birinin kalbini kırmak
Verb
birinin şevkini kırmak
Verb
birinin moralini bozmak
Verb
birinin hevesini kırmak
Verb
karşılığını beklemeden iyilik etmek
Verb
yerine getirme vakti gelmiş bir sözleşme yükümlülüğünü yerine getirmemek
Verb
kadının bebeğini doğurmak için çalışma hayatına ara verdiği dönem
yerel istasyonun kendini tanıtması için yayın istasyonları şebekesinin yayına ara vermesi ve bu ara sırasında yapılan reklamlar
kahve paydosu, dinlenme saati, paydos.
dikeç sonu
Information Technology
reklamlar için radyo ya da televizyon yayınlarında verilen ara
borsa da fiyatların birden düşmesi
borsada fiyatların birden düşmesi
radyo ya da televizyon programı ortasında istasyonun kendini tanıtması
sayfa sonu
Information Technology
Bölüm sonu
Information Technology
(radyo , TV) istasyon isim ve yerinin verildiği zaman
vergi indirimi
Noun, Taxation-Customs
rotatif baskı makinesinde kullanılan kâğıdın yırtılması sonucu baskıya zorunlu olarak verilen ara
(a) sıyrılmak, (kaçıp) kurtulmak, firar etmek, yakasını kurtarmak.
He broke away from arresting officer. (b) vaktinden önce harekete geçmek.
The horse broke away from the starting gate. (c) kırılıp kopmak, dağılmak, ayrılmak, (dinî/siyasî) bağları koparmak.
(a) yiyeceğini birisi ile paylaşmak.
yemek yemek, yiyeceği birlikte paylaşmak.
yükü (kısmen/tamamen) boşaltmak.
(pılıyı pırtıyı/çadırları vb. toplayıp) tekrar yola koyulmak, kamp yerini terk etmek.
They broke the camp at dawn and proceeded toward the mountains.
erken ödeme cezası
Banking
(hayvan) saklandığı yerden fırlayıp kaçmak.
fırlayıvermek, (saklandığı yerden) birdenbire çıkmak.
The fox broke cover and the chase was on.
(a) arızalanmak, bozulmak, sakatlanmak, işlemez hale gelmek.
My car broke down. (b) (ruhen) sarsılmak, büyük üzüntü duymak, kendini tutamamak.
He broke down and wept at the sad news: Acı haberi alınca kendini tutamayıp ağladı. (c) yıkmak, kırmak.
The police broke the door down. (d) yen(il)mek, yenilgiye uğra(t)mak.
His opposition broke down. (e) akamete/başarısızlığa uğra(t)mak.
The peace talks have broken down. (f)
break down into
kim. çözüş(tür)mek, ayrış(tır)mak.
Chemicals in the body break down our food into useful substances. (g) kısımlara ayır(ıl)mak, tahlil etmek. (h) (elektrik/elektronik devresi) kıvılcım atlaması yüzünden işlemez hale gelmek, arızalanmak.
zararsız/başabaş kapatmak, ne kâr ne zarar etmek.
He played poker all night and broke even.
başabaş getirmek, kârı zararına eşit olmak, ancak masrafını karşılamak.
(ânide) fırlamak.
The pass receiver broke for the goal line.
fışkırmak, kopmak, patlamak.
özgürlüğüne kavuşmak
Verb
(a) temel kazmak, inşaatın ilk kazısını yapmak, başlangıç yapmak.
to break ground for a new housing development. (b)
den. demir almak, (c)
break new/fresh ground: çığır açmak, yeni keşifler/yenilikler yapmak.
Scientists are breaking fresh ground every day in their search for medicines.
(a) (sapanla toprağı) sürmek, (b) temel kazmak, temel atmak, işe başlamak, (c) zemin hazırlamak, hazırlık
(plânlarını) yapmak.
break fresh/new ground: çığır açmak, bir işi ilk olarak yapmak, yeni/özgün eser vücude getirmek, keşif yapmak.
(a) zorla/kırarak) eve girmek, kırmak, (maymuncuk vb. ile) kapıyı açıp eve girmek.
Someone broke in and stole all my money. (b) eğitmek, alıştırmak, öğretmek, yetiştirmek.
Two weeks in the new office should be enough to break you in. (c) ilk olarak giymek/kullanmak.
These shoes haven't been broken in: Bu pabuçlar hiç giyilmedi (henüz yepyeni). (d) söze karışmak, lâfını kesmek.
He broke in with some ideas of his own. (e) yeni bir makineyi) az yükle çalıştırmak.
(a) araya girmek, karışmak, müdahale etmek, kesmek, kesintiye/fasılaya uğratmak.
He broke into the conversation at a crucial moment. (b) (birdenbire) bir işe başlamak/girişmek.
to break into a run. (c) (bir işe/mesleğe) girmek, kabul edilmek, katılmak, dahil olmak.
It is difficult to break into theater. (d)
burst into ile ayni anlama gelir. zorla girmek, tecavüz etmek.
They broke into the store and stole $900. (e) (istemeyerek) bir kısmını kullanmak/sarfetmek, içeri girmek.
He broke into the money he saved: İstemeyerek biriktirdiği paraya girdi.
to break into one's reserves: yedekten sarfetmek.
izin almadan işe gelmemek
Verb
kaçmak, boşalmak, firar etmek, serbest kalmak.
One of the tigers in the zoo has broken loose (=escaped from its cage).
(bir kimseyi) alışkanlığından/iptilâsından vazgeçirmek.
Doctors keep trying to break him of his dependence on the drug.
(a) kop(ar)mak, kesip/kırıp ayırmak, ayrılmak, ilişiğini kesmek, bozmak.
A branch broke off the tree:
Ağaçtan bir dal koptu.
to break off an engagement: nişanı bozmak. (b) (birdenbire) dur(dur)mak, inkıtaa uğra(t)mak, kesmek, ara vermek.
Those two countries have broken off relations (with each other) again.
Let's break off (work) and have some coffe: İşe ara verip birer kahve içelim.
(a) patlak vermek, birdenbire çıkmak/zuhur etmek.
An epidemic/a war/a fire broke out. (b)
patol. (bazı hastalıklar) püskürme şeklinde belirmek, dökmek, (c) cildinde kabarcıklar/sivilceler çıkmak.
His face broke out in spots. break out into pimples: yüzü sivilcelerle kaplanmak. (d) (kullanmaya) hazırlamak.
to break out the parachutes. (e) (kullanmak/tüketmek üzere) ambardan/depodan çıkarmak.
to break out one's best wine. (f) kaçmak, firar etmek.
to break out of prison: hapisten kaçmak. (g)
break out the cargo: yükü gemiden çıkarmak, (h)
break out in song: birdenbire şarkı söylemeye başlamak.
(şartlı tahliyede) şarta uymamak
Verb
bir ayaklanmayı bastırmak
Verb
servisi kırmak
Verb, Tennis
(demir atmış gemi) sürüklenerek bir engele takılma tehlikesiyle karşılaşmak.
kısa kesmek, vaktinden evvel bitirmek.
The visit was broken short.
yürüyüş düzenini/âhengini bozmak, ayak uyduramamak.
(denizaltı) su yüzüne çıkmak
Verb
(a) çıkmak, zuhur etmek.
It was a cloudy day, but the sun at last broke through. (b) çığır açmak,
büyük bir engeli aşmak, yeni ufuklar açacak önemli bir keşifte bulunmak.
Scientists hope to break through soon in their fight against cancer. (c) zorluğa rağmen ilerlemek, yarıp geçmek, yarmak.
Our soldiers broken through the enemy's defence line.
(a)
split up ile ayni anlama gelir. separate, ayrılmak, ilgisini kesmek, (b) sona er(dir)mek,
son vermek, nihayetlen(dir)mek.
The police broke up the fight. to break up a frienship/a marriage. (c) parçala(n)mak, parçalara ayrılmak, bölünmek, dağılmak, çatla(t)mak.
The ship broke up on the rocks. Frozen water will break up the bottle. (d) dağılmak, dağıtmak, sökmek, yıkmak.
The crowd broke up: Kalabalık dağıldı. (e) boz(ul)mak, haleldar etmek/olmak.
TV commercials during a dramatic presentation break up the continuity of effect. (f) (okul) tatil olmak, tatile girmek.
When does your school break up? (g) çok eğlen(dir)mek, gülmekten katıl(t)mak, kahkahaya boğmak, kendini utamayıp gülmek.
His funny story really broke me up. (h) toprağı sürmek/bellemek, (i) ıstırap çek(tir)mek, kederlen(dir)mek, üz(ül)mek.
The bad news will break him up.
(a) ayrılmak, ilişiğini/ilgisini kesmek, bozuşmak, terk etmek.
to break with one's family/with one's former friends/with old ideas.
to break with the past: tamamen yeni bir hayata başlamak. (b) inkâr etmek, reddetmek, tanımamak.
to break with tradition: töreleri tanımamak.