kadar.
Bob runs fast, but I run just as fast: Bob hızlı koşar, fakat ben de onun kadar (hızlı)
koşarım.
He is as generous as he is wealthy: Zengin olduğu kadar da cömerttir.
Adverb
gibi, örneğin.
Some flowers, as the rose, require special care: Gül gibi bazı çiçekler özel ihtimam
isterler.
to act as a father: baba gibi davranmak.
Some animals are cunning, as the fox: Bazı hayvanlar kurnazdır, örneğin tilki.
as often happens: çoğunlukla olduğu gibi.
Adverb
olarak.
Man as different from other animals: Öbür hayvanlardan ayrı olarak insan.
to treat someone as a stranger: bir kimseye yabancı muamelesi yapmak.
Adverb
üzere, veçhile.
as you like: nasıl isterseniz (isteğiniz veçhile).
Adverb
gibi, kadar.
Do as we do: Bizim gibi yapın.
It is valuable as gold: Altın kadar kıymetlidir.
Conjunction
… iken, esna(sın)da, sıra(sın)da.
He was often ill as a child: Çocuk iken (çocukluğunda/çocukluğu
esnasında) çoğu zaman hasta idi.
As a child, I used to think so: Çocuk iken ben de öyle düşünürdüm.
He went out (just) as I came in: (Tam) ben girerken o gidiyordu.
One day, as I was sitting … : Bir gün, ben otururken …
They were murdered as they lay asleep: Uyurken (uyku esnasında) öldürüldüler.
Conjunction
için, … diğinden, … sebebiyle, -den dolayı, madem ki, … maksadıyla.
As you are leaving last, please turn out the lights: Mademki en son siz çıkıyorsunuz, lütfen lambaları da söndürün.
As it were raining, we stayed at home: Yağmur yağdığından (dolayı) evde kaldık.
As you are not ready, we can not go: Hazır olmadığınızdan gidemeyiz.
Conjunction
gerçi, her ne kadar … ise de, … olsa bile.
Improbable as it seems, it's true: Her ne kadar imkânsız
gibi görünüyorsa da, gerçektir.
Bad as it was, it might have been worse: Gerçi bu kötü idi, fakat daha da kötü olabilirdi.
Conjunction
-dikçe/-dıkça.
He grew gentler as he grew older: Yaşlandıkça kibarlaştı.
Conjunction
… ile aynı, aynen … gibi.
I have the same trouble as you had: Senin karşılaştığın güçlüklerle
ben de karşılaştım.
It is as you told me: Aynen bana söylediğin gibi.
A is to B as C is to D: A'nın B'ye oranı ne ise, C'nin D'ye oranı da odur.
Pronoun
… veçhile, … üzere.
She did the job well, as can be proved by the records: Kayıtlarla ispatlanabileceği
gibi, o görevini hakkıyla yaptı.
Pronoun
… olarak, … sıfatıyla.
to act as a chairman: başkan sıfatıyla eylemde bulunmak.
I remember him as having been a good artist: Onu iyi bir sanatçı olarak hatırlıyorum.
I had him as a student: O benim öğrencimdi.
He works as a farmer: Çiftçi olarak çalışıyor.
The child is lazy as lazy: Çocuk tembel mi tembel.
As you were! Affedersiniz! Pardon! (Yanlış söylenen bir sözü düzeltmek için söylenir).
The plane leaves at 9.30, as you were! 10.30.: Uçak 9.30'da, affedersiniz, 10.30'da kalkıyor.
eski Romada (M.Ö. 80 yılına kadar) kullanılmış bir sikke.
Noun
ağırlık birimi, ≈ 327 gram.
Noun
(a) oranında, nisbetinde, derecesinde, göre, nazaran.
We see things differently according as we are rich or poor: Zengin veya fakir olduğumuza göre olayları farklı görürüz. (b) eğer, şayet, -e bağlı olarak.
sıfatıyla hareket etmek
Verb
... sıfatıyla hareket etmek
Verb
kadar.
as far as I can: elimden geldiği kadar.
He is as industrious as he is intelligent:
Zeki olduğu kadar da çalışkandır.
as rich as Croesus: Karun kadar zengin.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa.
as soon as he comes: o gelir gelmez.
olduğu kadar, nasıl … öyle … , -dikçe/-dıkça.
(Just) as we must know how to command, so we must know how to obey: Emretmesini olduğu kadar itaat etmesini de öğrenmeliyiz.
As the parents act, so will the children: Ebeveyn nasıl hareket ederse çocuklar da öyle davranırlar.
As the season advances, so the days get longer: Mevsim ilerledikçe günler de uzuyor.
As you treat the others, so will they treat you: Başkalarına karşı nasıl davranırsanız, başkaları da size karşı öyle davranır (= Ne ekersen onu biçersin).
karşın, mukabil.
His net income this year amounted to $60,000 as against $50,000 last year: Geçen
yılki $50,000 a mukabil bu yıl net geliri $60,000 a ulaştı.
her zaman olduğu gibi
Adverb
değiştirilmiş şekliyle
Adverb, Law
tadil edilmiş haliyle
Adverb, Law
tadil edilmiş şekliyle
Adverb, Law
değiştirilmiş haliyle
Adverb, Law
ilişikteki belgelere uygun olarak
mutabakata varıldığı şekilde
en iyi şekilde.
Do it as best you can.
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
(veya
Brit.:
ditchwater)
k.d. cansıkıcı, kasvet verici, bunaltıcı.
daha, henüz, ta.
as early as 1900: daha 1900 yılında.
as early as tenth century: ta onuncu yüzyılda.
mümkün olduğu kadar çabuk
son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
pek tabiî olarak, tahmin edilebileceği gibi.
I expect so: herhalde, (öyle) zannederim.
It is expected that … : … olabilir/olması muhtemeldir.
It is hardly to be expected that … : … pek muhtemel değildir/ …'e pek ihtimal verilemez.
… kadar, … derece(de).
We went as far as the town: Şehre kadar gittik.
I will help you as far as I can: Elimden geldiği kadar sana yardım ederim.
as far as I am concerned: bence, bana kalırsa, bana sorarsan.
as far as he is concerned: ona kalırsa, ona sorarsan.
as/so far as I know: bildiğime göre, bildiğim kadarı.
as/so far as I can foresee: tahminime göre.
as far as the eye can see: göz alabildiğine.
as far back as I can remember: hatırlıyabildiğim kadarı.
As far back as 1948: Ta 1948 yılında.
mümkün olduğu kadar
Adverb
mümkün olabildiğince
Adverb
mümkün olabildiği kadar
Adverb
ancak, … bile değil.
Some workers earn as few as $300 a month: Bazı işçiler ayda ancak 300 dolar kazanıyorlar.
şunlardır, şöyledir, aşağıdadır, aşağıdaki gibi(dir), böylece, şöyle ki.
The results are as follows:
Sonuçlar şöyledir.
The duties of various officers are as follows.
-e gelince/kalırsa, -ce/-ca.
We're leaving now; as for Linda, she will return later: Biz şimdi
gidiyoruz; Lindaya gelince, o sonra dönecek.
as for me: bence, bana kalırsa.
taptaze, tertemiz, gıcır gıcır, pırıl pırıl.
-den/-dan (itibaren).
The agreement starts as from May 1st: Sözleşme 1 Mayıstan itibaren yürürlüğe giriyor.
-den itibaren, -den başlayarak.
(a) gibi, kadar, âdetâ, hemen hemen.
as good as new: yeni gibi, âdetâ/hemen hemen yeni.
He looks as good as dead: Ölü gibi görünüyor. (b) … kadar doğru/güvenilir.
as good as his word: sözü kadar doğru. (c) nerede ise, az kalsın.
We were as good as drowned: Nerede ise boğuluyorduk.
kurşun kadar ağır
Adjective
kurşun gibi ağır
Adjective
sanki, gûya, tıpkı, … imiş gibi, âdetâ.
It was as if the world has come to an end: Sanki dünyanın
sonu gelmişti.
He shook his head as if (he wanted) to say “No.”: “Hayır” demek ister gibi başını salladı.
as if I cared: Sanki umurumda! (Umurumda değil!)
looks as if … : … anlaşılıyor/görülüyor.
It looks as if you have no friends: Hiç dostun olmadığı anlaşılıyor (= Görülüyor ki hiç dostun yok).
sanki, … imiş gibi, gûya, sözde.
He acted as if he didn't know: Bilmiyormuş gibi davrandı.
As if you didn't know: Sanki bilmiyor muydun(uz)? (= Muhakkak biliyordunuz = Bilmediğinize inanmam).
… deki gibi.
The beautiful scene is still before my eyes, as in a painting: Güzel manzara, bir
tablo(daki) gibi hâlâ gözümün önündedir.
olduğu gibi, ne durumda ise öylece.
If you buy the car as is, you will have to put it in running order:
Arabayı olduğu gibi satınalırsan çalışır hale getirmen (tamir ettirmen) gerekir.
olduğu gibi, şimdiki haliyle, hiçbir değişiklik/tamir vb. yapmadan.
I'll sell my car as is.
(a) doğal büyüklükte (heykel), (b) ânide, beklenmedik bir anda, bütün heybetiyle, sapasağlam, dipdiri.
I had not seen him for years, but here he was, as large as life and twice as natural: Onu uzun yıllar görmemiştim, fakat ânide bütün heybetiyle/sapasağlam karşıma çıkıverdi.
(a) gerçek, hakikî, ta kendisi, tıpkısı, (b) bizzat, şahsen, (c) canlısı/hakikisi kadar büyük.
büyük bir ihtimalle, çok muhtemel.
He will succeed as likely as not: Büyük bir ihtimalle muvaffak
olacak.
He'll forget all about it as likely as not: Bütün bunları unutması çok muhtemeldir.
sürece, müddetle, şu şartla ki, şartıyla.
as long as I live: ömrüm oldukça.
You can go out, as long as you promise to be back before 11 o'clock: Saat 11'den önce dönmek şartıyla gidebilirsin.
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.
It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
(mal) kullanılmış ama yepyeni
-den/-dan itibaren.
As of April 30th, we will be on daylight saving time: 30 Nisandan itibaren
yaz saatine geçeceğiz.
as of today/tomorrow/mext month: bugünden/yarından/gelecek aydan itibaren.
as of right: kanunen.
All that money is yours as of right: Kanunen bu para sizindir/senindir.
ne zaman … , kaç kere/defa.
As often as he tried to go there, hes's always failed: Kaç kere oraya
gitmek istedi, fakat başaramadı.
As often as I tried to get an answer from him, he made an excuse and avoided giving me the information I wanted.
çoğunlukla, çok defa, çoğu kez.
During the foggy weather the trains are late mor often than not:
Sisli havalarda çok defa trenler gecikir.
(a) -e gelince, … hususunda.
As regards of expenses involved, it is of no concern of him: Masraflara
gelince, onun umurunda (bile) değil. (b) -e göre, … mucibince/gereğince, … münasebetiyle.
correctly placed as regards size and color: büyüklük ve renklerine göre düzgün yerleştirilmiş.
tam sıhhatli, sapasağlam, turp gibi.
Jane's been ill, but she's as right as rain now.
alıcının gördüğü durumda satıcı sattığı şeyin durumuna ilişkin taahhütlerde bulunmaz anlamında
derhal, hemen, … olur olmaz.
We will leave as soon as he comes: O gelir gelmez hareket edeceğiz.
as soon as possible: bir an önce, olabildiği kadar çabuk, mümkün olan süratle.
: en kısa zamanda, mümkün olabildiği kadar tez.
(a) sıfatıyla, … olmak hasebiyle.
The officer of law, as such, is entitled to respect: Kanun adamına,
bu sıfatla (bu sıfatından dolayı) hürmet etmek gerekir. (b) aslında.
The position, as such, does not appeal him; but the salary is a lure: Aslında makam pek hoşuna gitmiyor, fakat maaş çekicidir.
gûya, sanki, … imiş gibi.
You look as though you are tired: Yorgun (imiş gibi) görünüyorsun(uz).
He acts as though he is an important person: Sanki önemli bir kimse imiş gibi hareket ediyor.
-e gelince/kalırsa.
as to me: bana gelince/kalırsa.
As to (doing) that, I haven't decided yet:
Onun yapılmasına gelince, henüz karar vermedim.
Adposition
hakkında.
We have no information as to the cause of the accident: Kazanın sebebi hakkında bilgimiz yok.
Adposition
-e göre/nazaran.
The scarves are grouped as to color: Eşarplar renklerine göre ayrılmışlardı.
Adposition
şüphe, kararsızlık ifade eder
: Nobody could decide (as to) what to do: Kimse ne yapılması gerektiğine karar veremedi.
Adposition
… de/da, ayrıca, ilâveten, keza.
Take him as well: Onu da al.
You may keep these as well:
Ayrıca bunlar da sizin olsun.
One may as well say that … : Keza denilebilir ki …
hem … hem de, ne kadar … ise o kadar, … kadar da.
She was good as well as beautiful: Güzel olduğu
kadar da iyi idi.
by day as well as by night: gece gündüz (hem gece, hem de gündüz).
… kadar, … ile beraber, …'e ilâveten, hem … hem de …
She was good as well as beautiful: Hem güzel hem de iyi idi.
kar kadar beyaz
Adjective
henüz, şimdiye/bugüne kadar, şimdiyedek.
As yet, no man has set foot on Mars: Şimdiye kadar Merih'e
insan ayağı basmadı.
I have received no answer from him as yet: Henüz ondan bir cevap almadım.
There has been no trouble as yet: Bugüne kadar bir müşkilât/zorluk çıkmadı.
çünkü, … sebebiyle, -e binaen.
saymak, addetmek, telâkki etmek, gözü/nazarı ile bakmak.
I describe the attempt as a failure/as unsuccessful.
atamak, tayin etmek.
He has been designated as the Minister of Education.
şimdiki yönetimin performansını beğenmediklerini ifade etmiş ve yöneticileri değiştirmeye kararlı olan bir grup hissedar
(US) muhalif hissedarlar
Noun
(a)
tiy. aynı piyeste iki rol oynamak. (b) iki işi birden yapmak.
The girl doubles as a secretary and receptionist.
(a) daha/henüz … iken, tam o anda/sıra(da)/zamanda, tam bu/o esnada.
She left even as you came:
Tam siz geldiğiniz zaman o çıkmıştı. (b) tıpkı, aynen, tam.
Do even as I do: Tıpkı benim gibi yap.
even as he had wished: Tam istediği gibi.
mademki, zira, çünkü, sebebiyle, … dığından, nedeniyle, hasebiyle.
Conjunction
… işini görmek, -e yaramak.
… (olarak) tanımak.
They hailed it as work of art. They hailed him as king.
menkul kıymetler piyasasında nispeten daha yüksek fiyatlı hisse senetleri
Noun
… bakımından, cihet(iy)le, …'e bakılırsa, … itibarıyla/hasebiyle.
He was German in so far as he was born in Germany, but he became an American citizen in 1946.
mademki, çünkü, -e binaen/göre, nedeniyle, hasebiyle, -i gözönünde tutarak.
Forgive them inasmuch as they are young: Gençliklerine bağışla (genç oldukları için onları affet).
bir dereceye kadar, … derecesinde, nisbetinde, … kadar.
His aim is to help the poor people inasmuch as he is able: Onun gayesi yoksullara elinden geldiği kadar yardım etmektir.
… derece(sin)de, … kadar, ne kadar … ise o kadar …
In so far as we can believe these facts we will use them.
(In) so far as I know: Bildiğim kadar.
… kılığına girmek, … taslamak, … gibi görünmek, … geçinmek, … süsü vermek.
to masquerade as a former English count: kendine eski bir İngiliz kontu süsü vermek.
All this time he's been masquerading as a real doctor: Bunca zaman kendine hakikî bir doktor süsü verdi.
düşünüldüğü kadar ... değil
Adjective
zannedildiği kadar ... değil
Adjective
sanıldığı kadar ... değil
Adjective
ne zaman, ne vakit, kaç defa.
often as I ask him to, he never helps his father: Ne zaman babasına
yardım etmesini istesem hep kaytarır.
bu tür hisse senetlerine iyileşme dönemi hisse senetleri denir
şirketin bir güçlük döneminden sonra performansı düzeliyorsa
hisse senetlerinin fiyatları artabilir
aynı.
He works in the same building as my brother: Kardeşimle aynı binada çalışıyor.
yeni adla saklamak
Verb, Information Technology
tarz(ın)da, şekilde, öyle ki, ta ki, (olumsuz tümcede) … kadar.
He so arranged matters as to please everyone: İşleri, herkesin hoşuna gidecek tarzda düzenledi.
He is not so foolish as to believe it: Buna inanacak kadar budala değildir.
Speak louder so as to make youself heard: Sesini duyuracak şekilde yüksek sesle konuş.
Will you be so kind as to tell me: Lütfen bana söyler misiniz?