temelli/daimî olarak, büsbütün, bütün bütün, tamamıyla.
He has left the country for good.
bir daha dönmemek üzere gitmek
Verb
ancak, yine de, bununla beraber, buna rağmen.
(genellikle kötü şeyler) ne ararsan var
olduğu gibi, bütün kusurları ile, kusurlarını gizlemeden, apaçık, iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla,
eksiğiyle fazlasıyla, günahıyla sevabıyla
Adverb
ve buna benzer şeyler.
I used to take drugs and all that when I was young.
(istisnasız) herkes, hepsi.
All and sundry know him: Onu bilmeyen yoktur (herkes bilir).
He told all and sundry about it: Onu herkese söyledi.
to invite all and sundry: herkesi davet etmek.
halis, saf, katışıksız, hakikî.
He was a real friend, all wool and a yard wide.
âciz kalmak, işin üstesinden gelememek, becerememek, sakarlığı üzerinde olmak.
I feel all fingers and thumbs. My fingers are all thumbs today, I really couldn't play the piano.
Din veya İnanca Dayanan Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri, Dine
veya İnanca Dayalı Müsamahasızlığın ve Ayırımcılığın Bütün Şekilleriyle Ortadan Kaldırılması Hakkında Bildiri
Noun, International Law
neresinden bakarsan bak
Adverb
bir şeyin istenildiği gibi yürümediği için endişelenmek
Verb
üşümekten bir titremek
Verb
bütün kural ve nizamlara karşı gelme
bütün harç ve masraflar dahil
Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme
Noun, International Law
Bazı Dernek ve Kurumların Bazı Vergilerden, Bütün Harç ve Resimlerden Muaf Tutulmasına İlişkin Kanun
Proper Name, Law
Hayat hep eğlenceden ibaret değildir.
kesinlikle, kesin olarak, ilk ve son defa, son olarak.
The case was settled once and for all when the appeal was denied: Yargıtayca reddedildikten sonra dava kesinlikle kapandı.
kesinlikle, (ilk ve) son olarak, tamamıyla, bir çırpıda.
They had to be defeated once and for all. I tell you once and for all that this must be done.
bütün gün durup durup yağmak
Verb
aslında, esas itibarıyla, genellikle, her halükârda, ekseriya, çoğunlukla, her ne olursa olsun, birçok
hallerde.
The President is called the head of state, but the prime minister, to all intents and purposes, is the chief executive: Cumhurbaşkanı devlet başkanıdır, fakat genellikle hükümetin icraatını başbakan yürütür.
en sonunda, sonuç olarak.
bütün ayıp ve kusurları ile