(a) tıkınmak, çok yemek, (b) (hayvanın) besleme masrafı kendi değerini geçmek.
sözünü geri almak,
k.d. tükürdüğünü yalamak.
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
içi içini/kendi kendini yemek, çok üzülmek, üzüntüden zayıflamak.
She was eating her heart out for her son who was away at the war.
(a) çok üzülmek, içi içini yemek, kendini yeyip bitirmek, (kininden/öfkesinden vb.) çatlamak, (b) özlemek.
konukseverlik aramak
Verb
sözünü geri almak; tükürdüğünü yalamak.
herşeye boyun eğmek, (bir kimsenin) her dediğini yapmak, eline ayağına kapanmak, her isteğine/emrine
uymak, dize gelmek.
I'll soon have him eating out of my hand: Yakında onu dize getiririm.
birine tamamen güvenmek/bel bağlamak, her dediğini yapmak, bir dediğini iki etmemek, mutlak itaat göstermek.
sermayeyi yiyip bitirmek
Verb
kazancını yiyip bitirmek
Verb
kazancını yiyip bitirmek
Verb
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
or
off) the hog: doyasıya yemek, yeyip içip keyfine bakmak.
dengeli beslenmek
Verb, Medicine
dengeli beslenmek
Verb, Medicine
aşındırmak, kemirmek.
The acid ate away the metal. The acid has eaten into/through the metal.
yanıldığını/haksız olduğunu kabul ve itiraf zorunda kalmak, mahcup/rezil olmak, tükürdüğünü yalamak.
tükürdüğünü yalamak, tarziye vermeye mecbur olmak.
aşağıdan almak, hakarete karşılık vermemek, kötü muameleye dayanmak/ses çıkarmamak.
özür dilemek, yanıldığını kabul etmek, hakarete/fena muameleye ses çıkarmamak/tahammül etmek.
kibri kırılmak, övünmekten vazgeçip boyun eğmek, çok müteessir olarak özür dilemek,
k.d. tükürdüğünü yalamak.
çok az yemek.
She eats like a bird, yet she can't loose weight.
çok az yemek, iştahsız olmak.
oburca /domuz gibi yemek, tıkınmak.
ağzına bir şey koymamak
Verb
kusarcasına tıkınmak
Verb
yemeğini dışarıda (lokantada) yemek.
dine in: evde yemek yemek.
çok yiyerek aile bütçesini altüst etmek.
He's eating me out of house and home: Onun boğazına para yetiştiremiyorum.
birinin eline bakmak
Verb
birine dalkavukluk etmek
Verb
(evsahibine) çok pahalıya çıkan yemek yemek
Verb
çok yiyerek birini mahvetmek
Verb
boş gezenin boş kalfası olmak
Verb
(a) yeyip bitirmek, sömürmek, silip süpürmek. (b) hepsini kullanmak/harcamak/bitirmek.
eat up the miles: (otomobil vb.) çok hızlı gitmek, kuş ibi uçmak. (c) büyük arzu/heyecan ve zevkle dinlemek, içine sindirmek. (d) (aptalca) inanmak, yutmak.
The audience ate up everything he said.
bütün zamanını almak
Verb
tasarruflarını yiyip bitirmek
Verb
burnunu yere sürtmek zorunda kalmak
Verb
Bahse girerim ki, … ise arap olayım.
I'll eat my hat if England wins tomorrow.
Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.
Sentence, History
hali vakti yerinde/refah içinde olmak, ferah fahur geçinmek, yeyip içip keyfine bakmak.
hali vakti yerinde/refah içinde olmak, ferah fahur geçinmek, yeyip içip keyfine bakmak.
Her güzellik bir arada olmaz. (İki şıktan birini seçmek zorundasın/ya birine ya ötekine razı olacaksın/ya
bu, ya öteki, ikisi birden olmaz).