ground

English-Turkish Translation

  1. Noun yer, yeryüzü, arz.
    Snow covered the ground. The branch broke and fell to the ground.
  2. Noun toprak.
    The ground was hard.
  3. Noun arazi, arsa.
    rising ground: yokuş, bayır.
  4. Noun
    grounds: (a) alan, saha, meydan.
    picnic grounds. hunting ground. (b) sebep, mesnet, vesile.

    grounds for divorce: boşanma sebebi.
    No grounds for complaint: Şikâyete sebep yok.
    on the ground that: nedeniyle, sebebiyle, bahanesiyle, ileri sürerek.
  5. Noun konu, mevzu, nokta, husus, tartışma/konuşma zemini.
    This report covers a great deal of new ground:
    Bu rapor birçok yeni konuları kapsıyor.
  6. Noun dayanak, mesnet, mebde, prensip, temel, esas, bir fikri/kuramı doğrulayan/destekleyen gerçekler.
    on
    sure/firm ground: sağlam temele/esasa dayanarak.
  7. Noun (kumaş, resim vb.) yüzey, zemin, düz satıh.
    The cloth has a blue pattern on a white ground.
  8. Noun, Electronics toprak, sıfır potansiyelli nokta.
  9. Noun, Maritime Traffic denizin dibi, dip.
    Our ship touched the ground.
  10. Noun kara, yeryüzü.
  11. Noun (marangozlukta) taban, astar.
  12. Adjective yer, yeryüzünde bulunan/vaki olan/yaşayan/yetişen vb.
    a ground attack.
  13. Adjective yeryüzüne ait/özgü.
  14. Adjective, Military kara+, karada faaliyet gösteren.
    ground forces: kara kuvvetleri.
  15. Verb (temel üzerine) kurmak/oturtmak/yerleştirmek/tesis etmek.
  16. Verb temel atmak, temel(i) olmak.
  17. Verb esasını/temelini öğretmek, esaslı şekilde öğretmek.
    The class is well grounded in grammar.
    ground
    a pupil in mathematics: bir öğrenciye matematiğin esaslarını öğretmek.
  18. Verb resme zemin boyası vurmak.
  19. Verb, Electronics topraklamak, toprağa bağlamak.
  20. Verb, Maritime Traffic (gemi) karaya otur(t)mak.
    The boat grounded in shallow water.
  21. Verb, Aviation (fena hava şartları dolayısıyla) uçuş izni vermemek.
    All aircraft have been grounded because of thick mist.
  22. Verb yere konmak/koymak/in(dir)mek/ vurmak/çarpmak.
    ground arms! tüfek indir!
  23. Verb (beyzbol) yerdeki topa vurmak.
  24. Verb (esasa/temele) istinat et(tir)mek/dayan(dır)mak.
  25. öğütülmüş, un/toz haline getirilmiş.
  26. (yüzeyi) pürüzlü.
    ground glass: buzlu cam.
  27. (bkz: grind )
    (geç.z.&s.f.).
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

change one's ground
fikrini değiştirmek Verb
cut the ground out from under one's feet
(a) ayağını kaydırmak, plânlarını bozmak, (b) delillerini çürütmek.
ground one's arguments on facts
ileri sürdüğü fikirleri gerçeklere dayandırmak Verb
ground-deployed
karada konuşlu Adjective, Military
ground-to-air missile
karadan havaya füze Noun, Military
have one's ear to the ground
kulağı kirişte olmak, bütün söylenenleri dinlemek.
have one's ears to the ground
dikkatle dinlemek Verb
have/keep both feet/one's feet on the ground
gerçekçi düşünmek, düşüncelerinde makul/pratik olmak.
heavy ground weapons
ağır kara silahları Noun, Military
hold one's ground
yerini/durumunu korumak.
hold/stand one's ground
direnmek, ayak diremek, sebat etmek, yılmamak, boyun eğmemek.
Even though the boxer was hurt, he stood his ground.
keep one's ground
iddiasını başarıyla savunmak Verb
maintain one's ground
mevziini korumak Verb
maintain one's ground
mevziini terk etmemek Verb
on one's home ground
kendi bilgi alanında.
shift one's ground
tutumunu/durumunu değiştirmek, tevil etmek, başka delillere/savunmaya başvurmak.
stand one's ground
mevkiini muhafaza etmek.
above ground
(a) canlı, hayatta, (b) yeryüzünde, meydanda.
air ground
havadan yere
anchor ground
demirleme yeri, demir atacak yer.
back ground
pazarlama kampanyasıyla ilgili ikincil bilgi
back ground
bir reklamda geri plan
back ground
bir radyo yayını ya da filmde ses efektleri ya da fon müziği
be ground
öğütülmek Verb
below ground
defnedilmiş
below ground
toprak altında
below ground
gömülmüş
break ground
(a) temel kazmak, inşaatın ilk kazısını yapmak, başlangıç yapmak.
to break ground for a new housing
development. (b)
den. demir almak, (c)
break new/fresh ground: çığır açmak, yeni keşifler/yenilikler yapmak.
Scientists are breaking fresh ground every day in their search for medicines.
break ground
(a) (sapanla toprağı) sürmek, (b) temel kazmak, temel atmak, işe başlamak, (c) zemin hazırlamak, hazırlık
(plânlarını) yapmak.
break fresh/new ground: çığır açmak, bir işi ilk olarak yapmak, yeni/özgün eser vücude getirmek, keşif yapmak.
broken ground
bozuk zemin
building ground
inşaat zemini
burial ground
mezarlık
burying ground
mezarlık. Noun
camp ground
kamp
camping ground
kamp alanı
careening ground
kalafat yeri
cogent ground
ikna edici sebep
common ground
ortak inanış, ortak çıkar. Noun
common ground

common ground! aynı fikirdeyim, mutabıkız. Noun
cover ground
(a) yol almak/katetmek, (b) ilerlemek, ilerleme kaydetmek, (c) konuya değinmek, konuyu işlemek.
I'll
try to cover all the ground in a short speech of half an hour.
dead ground

dead space ile ayni anlama gelir. menzil dışı, ateş sahasının dışında kalan alan. Noun
dead ground
toprak teli. Noun, Electronics
debatable ground
ihtilaflı konu
dumping ground
çöplük
enclosed ground
etrafı çevrili alan
exercise ground
beden eğitimi alanı
feeding ground
feeding ile ayni anlama gelir. otlak, çayır, mer'a.
fishing ground
balığı bol bölge.
flying ground
uçağın inip kalkabileceği küçük alan
football ground
futbol sahası Noun, Football
forbidden ground
yasak bölge
gain ground
ilerlemek, ilerleme kaydetmek.
gain ground
(a) ilerlemek, ilerleme kaydetmek.
During the second day of fighting the army began to gain ground.
(b) onaylatmak, kabul ettirmek, (c) yayılmak, genişlemek, (d) başarı kaydetmek, durumu düzeltmek, (e) önemi artmak.
give ground
(üstün kuvvet vaya mantık karşısında) yenildiğini kabul etmek, boyun/baş eğmek, pes demek.
give ground
(a) (geri) çekilmek, (ordu) ric'at etmek.
Under our attack the enemy was forced to give ground.
(b) iddiasından vazgeçmek, (c) gitgide önemini kaybetmek.
high ground
yükseklik
high ground
tümsek
holding ground
demirleme yeri (iyi demir tutan deniz dibi
holiday ground
bayram yeri
home ground
(spor) kendi sahası Noun
landing ground
iniş alanı
leased ground
kiralanmış arazi
legal ground
kanuni neden
legal ground
gerekçe
legal ground
kanuni gerekçe
level ground
düz arazi
lose ground
(a) gerilemek, üstünlüğünü kaybetmek, fenalaşmak, (b) (ordu) ric'at etmek, geri çekilmek, (c) rağbetten düşmek, itibar görmemek.
made ground
dolma arazi
neutral ground
tarafsız alan
neutral ground
tarafsız saha
new ground
yeni ülke
new ground
yeni toprak
open ground
serbest arazi
parade ground
geçit resmi yapılan yer
plant ground
fabrika sahası Noun
reasonable ground
makul nedenler
recreation ground
spor alanı
recreation ground
oyun alanı Noun, Sports
rising ground
tümsek
rising ground
rampa
rough ground
arızalı arazi
shooting ground
kuşlak
shooting ground
av yatağı
shooting ground
avlak
solid ground
sağlam toprak
sports ground
spor alanı
strike ground
(gemi) karaya oturmak Verb
touch ground
(gemi) batmak Verb
training ground
antreman sahası Noun
training ground
talim alanı
undulating ground
engebelik
unseen ground
ölü açı
unseen ground
görünmeyen arazi
ground alert
hazırlık emri: uçak ve mürettebatı için harekete hazır ol emri. Noun
ground arrangements
yolculuk programına göre gidilen her yerde müşteriye verilen yer hizmeti
ground bait
suyun dibine batan olta yemi. Noun
ground ball
(beyzbol) yere sürtünerek giden top. Noun
ground bass
temel melodi: en kalın sesle tekrarlanan melodi. Noun
ground beetle
yer böceği
(Carabidae): kütük ve taşlar altında yaşayan bir böcek. Noun
ground bridge
atlama taşı
ground cherry

husk tomato ile ayni anlama gelir. fındık domatesi
(Physalis): kabuk içinde ufak domates gibi bir meyve veren bitki. Noun
ground cherry
bodur kiraz
(Prunus fruticosa). Noun
ground cherry
bu bitkilerin meyveleri. Noun
ground clearance
yer açıklığı (uçağın pervanesinin en alt ucu ile yer arasındaki aralık
ground clearance
alt açıklık Noun, Transport
ground clearance
yerden yükseklik Noun, Transport
ground cloth
taban örtüsü: sahne tabanına örtülen örtü. Noun
ground cloth

groundsheet ile ayni anlama gelir. nemden korumak, için tabana yayılan su geçirmez örtü. Noun
ground coat
astar boya
ground coffee
çekilmiş kahve
ground conditions
arazi şartları Noun
ground connection
toprak hattı bağlantısı
ground control
yerden kumanda
ground cover
toprağa yakın kalın bitki örtüsü. Noun
ground cover
çimen yerine yetiştirilen bodur bitki. Noun
ground crew
(uçak) yer bakım-işletme personeli, meydan ekibi. Noun
ground facilities
(havaalanı) yer tesisleri Noun
ground fir
kurdayağı
(Lycopodium sabaenifolium): sert yapılı bir tür yosun. Noun
ground floor
zemin kat. Noun
ground floor
(iş hayatında) avantajlı mevki/durum.
to get in on the ground floor: bir işe ta başından başlamak
(üstün/avantajlı durumda olmak).
Noun
ground fog
yer sisi
ground forces
kara kuvvetleri Noun, Military
ground frost
yer donması
ground game
(Br) kara av hayvanı
ground glass
parlatılmış cam. Noun
ground glass
cam tozu. Noun
ground hemlock
yer baldıranı
(Taxus canadensis): K. Amerikaya mahsus kalımlı bir funda. Noun
ground hog
woodchuck Noun
ground ice
dip buzu, su dibindeki buz. Noun
ground improvement
zemin ıslahı
ground in
temel bilgileri öğretmek.
She was well grounded by her mother in the manners used at the royal court. Verb
ground itch
kaşıntı: deriye çengelli kurt larvalarının girdiği yerde duyulan kaşınma hissi. Noun
ground ivy
yer sarmaşığı
(Glecoma hederacea. Nepeta hederacea) : nanegillerden yuvarlak yapraklı, mavi-mor çiçek açan bir bitki. Noun
ground landlord
(Br) başkasına kullanması ve üzerinde ev veya başka yapılar inşa etmesi için kiralanan arazinin asıl sahibi
ground landlord
arazi sahibi
ground law
anayasa
ground layer
surface boundary layer
ground lead
toprak teli. Noun
ground lease
gayrimenkul kira sözleşmesi
ground lease
gayri menkul kira sözleşmesi
ground lease
emlak kirası (sözleşmesi
ground level
ground state Noun
ground lighting
yerden aydınlatma
ground line
toprak hattı
ground log
hız/akıntı göstergeci: bir ipe bağlanıp suya atılan, geminin hızını ve akıntı kuvvetini ölçmeye yarayan kurşun ağırlık. Noun
ground loop
yerde dönme: uçağın kalkarken/inerken ânî dönmesi. Noun
ground meat
kıyma
ground on
dayanır olmak Verb
ground on
dayanmak Verb
ground operator
ziyaret edilen yerde müşteriye yerel taşıma
ground operator
yerel gezi ve öteki hizmetler sağlayan şirket
ground owl
burrowing owl Noun
ground pine
kurtluca, meşecik
(ajuga chamaepitys). Noun
ground pine

ground fir ile ayni anlama gelir. kurdayağı
(Lycopodium obscurum, L. complanatum). Noun
ground radar
radar istasyonu
ground sheet
kesilen çadırlık bez
ground speed
yerdeki hız
ground speed
uçağın yere göre hızı
ground speed
yer hızı
ground staff
yer personeli
ground station
(radyo) yer istasyonu
ground survey
zemin etüdü
ground time
havaalanında geçirilen zaman
ground time
iki durak arasında yerde geçirilen zaman
ground troops
yer birlikleri Noun
ground warfare
yer savaşı
ground ways
kızak
ground ways
(deniz) kızağın üstünde hareket ettiği zemin
ground ways
sabit kızak
ground wire
toprak teli. Noun
ground work
temel
ground work
kaide
ground work
astar
English-Turkish phrases from Zargan's own database