have it

  1. (a) talih/şans/kader icabı, talihe bakın ki.
    As luck would have it, we missed the train: Talihsizliğe
    bakın ki treni kaçırdık. (b) (üstünlük/zafer vb.) kazanmak.
    The ayes have it: Lehte oy kullananlar kazandı. (c) cezalandırmak, canına okumak.
    If he catches you, he'll let you have it. (d) keşfetmek, (çözümünü/cevabını) bulmak.
    Eureka! I have it! (e)
    k.d. (söylenen durumda) bulunmak.
    He never had it so good!.
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
şansıma Adverb
(a) ona ver, o alsın! (b) vur! yapıştır! (c) ağzının payını ver(elim)! hakkından gel(elim)!
(birisini) dövmek, vurmak, tepelemek, canına okumak, azarlamak, paylamak.
olumlu oylar çoğunlukta
her iki olanağı eli altında tutmak Verb
hak etmek.
saat gibi işlemek Verb
güvenilir kaynaktan öğrenmiş olmak Verb
kin/garez beslemek, kinci olmak.
She has it in for me because I didn't invite her.
(birisine) kin beslemek/diş bilemek.
kabiliyeti olmak.
çantada keklik saymak Verb
çanta da keklik saymak Verb
siz bilirsiniz, nasıl isterseniz öyle olsun, bildiğin gibi yap.
arkasında getirmek Verb
beraberinde getirmek Verb
şanslı durumda olmak Verb


Brit.- argo
… ile cinsî münasebette bulunmak.
kulaktan dolma bilmek Verb
(anlaşmaya varıncaya kadar) münakaşa/mücadele/kavga etmek.
biriyle bir anlaşmazlığı halletmek Verb
avantajlı durumdan yararlanmak Verb
aşırı sinirli
tesadüf bu ya, ... Adverb
şansa bak ki, ... Adverb
şans eseri, ... Adverb
kaderin cilvesine bakın ki, ... Adverb
kader bu ya, ... Adverb
şans bu ya, ... Adverb
şu işe bakın ki, ... Adverb
şans eseri, ... Adverb
şans bu ya, ... Adverb
şu işe bakın ki, ... Adverb
şansa bak ki, ... Adverb
şans eseri, ... Adverb
biraz daha aşağı olmaz mı
İddia ediyor ki.
As Plato has it: Eflâtunun dediği gibi.
Rumor has it that the government will
fall: Söylentiye göre hükümet düşecek.
akıl ımda
(a) Bütün kuvvetimle yumruğu aşkettim, (b) Verip veriştirdim, açtım ağzımı yumdum gözümü.
Her güzellik bir arada olmaz. (İki şıktan birini seçmek zorundasın/ya birine ya ötekine razı olacaksın/ya
bu, ya öteki, ikisi birden olmaz).
İstiyorsan senin olsun/Dilediğin zaman senindir.
yanık kokmak Verb
bir şeye iyi bakmak Verb
iyi vakit geçirmek Verb
işin içinden çapanoğlu çıkmak Verb
bir şarta bağlı olmak Verb
(a) bıkmak, gına getirmek, artık tahammül edememek.
I've been working like a fool, but now I've had
it. (b) yenilmek, yenilgiye uğramak, işi bitmek.
He was a great wrestler, but after this season he'll have had it.
ümit kalmamak, olan olmak, korktuğu başına gelmek.
I'm afraid we've had it: we missed the plane:
Korktuğumuz başımıza geldi: uçağı kaçırdık.
ne de parmağı olmak Verb
bir türlü birbirlerine ısınmamış olmak Verb
hiç canlılığı olmamak Verb
emeksiz yemek, her şeyi havadan beklemek, zahmetini/sıkıntısını çekmeden bir sonuca ulaşmak, her güzellik
bir arada olmak.
You spend all your money on beer and then complain about being poor, but you can't expect to have your cake and eat it (too), you know: Hem bütün paranı içkiye (biraya) harcıyor, hem de fakirlikten yakınıyorsun. Herşeyi havadan bekleyemezsin.
oynamak Verb
işin sırrını bilmek Verb
malzemesi olmak Verb
gerekli nitelikleri haiz olmak.
tellenmek Verb
en kısa zamanda ilgileneceğim
(a)
ABD- argo sonuçtan /başarıdan emin olmak, son derece uygun olmak, (b) ısmarlamak, ısmarlama yaptırmak.
bir şeyde ne çıkarı
! Acayip, kimin aklına gelirdi?