high

  1. Adjective yüksek, yüksekliğinde, boyunda.
    How high is the tower? It's 200 m high. A high building/mountain/tree
    etc.
    Rooms with high ceilings: Tavanları yüksek odalar.
  2. Adjective yüce, ulu.
    high place: kutsal sayılan tepede tapınak.
  3. Adjective yüksek, yükseltilmiş, mürtefi.
  4. Adjective aşırı, fazla, yüksek, koyu.
    high speed. high fever. The gas is kept at high pressure.
    high color: koyu renk.
  5. Adjective pahalı, fahiş, yüksek(fiyat).
    high prices. high rents. Strawberries are high in winter.
  6. Adjective asil, soylu, necip.
    Set out with high purposes. high society/circles.
  7. Adjective, Music tiz, yüksek perdeden, yüksek frekanslı.
    She has a very high voice.
  8. Adjective yüksek(ten), yukarı(dan).
    A high dive/jump.
  9. Adjective pek, çok.
  10. Adjective baş, şef, yüksek rütbeli.
    a high official.
  11. Adjective önemli, ciddî, vahim.
  12. Adjective kibirli, mağrur, kendini beğenmiş, azametli, haşmetli.
    a high manner.
    have high words:
    kavga/münakaşa etmek, atışmak, verip veriştirmek.
  13. Adjective ileri, ilerlemiş, en yüksek derecesine erişmiş, ortası.
    high tide. high moon. They met at high noon,
    with the sun's heat beating down on them fiercely.
    high summer: yaz ortası, yazın en sıcak zamanı.
    It's high time: Zamanı geldi de geçti bile, zamanı geçmek üzere, vakit dar.
    It's high time we went: Artık gitme zamanımız geldi.
  14. Adjective (neşeden) coşkun, taşkın, şen şatır, mutlu, bahtiyar.
    in high spirits: mutlu, neşeli, keyfine
    payan yok.
    have a high time: çok eğlenmek.
  15. Adjective zengin, müreffeh, refah içinde, lüks.
    high fashion: lüks giyinme tarzı.
    high living: refah
    içinde yaşayış.
    food high in vitamin: vitamince zengin besin.
    high life: lüks hayat.
  16. Adjective tutkun, sarhoş, esrar/içki etkisi altında.
  17. Adjective, Geography kutuplara yakın.
    high latitude.
  18. Adjective (politikada, dinî konularda vb.) müfrit, aşırı giden.
    high Tory: müfrit Muhafazakâr Partili.
  19. Adjective güçlü, kuvvetli.
  20. Adjective, Automobiles yüksek (vites).
    the high gear of an automobile.
  21. Adjective, Phonetics yüksek.
    high vowel: yüksek ünlü, dilin yuvarlak konumunda söylenen ünlü (i, ü, u ünlüleri gibi).
  22. Adjective (et) hafifçe bozulmuş/kokmuş/ağırlaşmış.
  23. Adjective (beyzbol) omuz hizasından yukarı (top).
  24. Adjective (iskambil) (a) yüksek değerli (kart), (b) kazanç sağlayan, oyunu kazandıracak değerde.
  25. Adjective ciddî, vahim, ağır.
    high treason. high crimes.
  26. Adjective kritik, heyecanlı, heyecan verici.
    high tragedy. high adventure. The high point of the novel is the escape.
  27. Adjective (deniz, fırtına vb.) şiddetli, kuvvetli, sert, azgın.
    high winds.
  28. Adverb yüksekte(n), yükseğe, yüksek seviyede/yer(d)e/noktada/noktaya.
    The plane flew high above. He climbed
    higher on the ladder.
    high dive: yüksekten dalış.
  29. Adverb yüksek mevki/makam.
    He aims high in his political ambitions.
  30. Adverb çok miktarda, yüksek fiyat(la).
  31. Adverb yüksek derecede.
  32. Adverb zengin, bolluk/refah içinde.
  33. Adverb, Maritime Traffic rüzgâra karşı.
  34. Noun, Automobiles yüksek vites.
  35. Noun (bkz: high school ).
  36. Noun, Meteorology yüksek basınç (merkezi).
    bk.: anticyclone, low3 (4).
  37. Noun yüksek yer, tepe, gökyüzü.
  38. Noun yüksek seviye/derece/mertebe.
    The cost of living reached a new high.
  39. Noun uyuşukluk, sarhoşluk, (eroin vb. kullananlarda görülen hal).
burnu büyük olmak Verb
yüksekten bakmak Verb
(a) gururu kırılmak, (b) burnu sürtülmek, (c)
argo attan inip eşeğe binmek.
yelkenleri suya indirmek Verb
direnmek, ayak diremek, öfkelenmek, kafa tutmak.
yüksek tansiyon Noun, Medicine
yüksek kan basıncı Noun, Medicine
kişinin kendi görevlerinin tam bilincinde olması
Üst Düzey İşbirliği Konseyi Proper Name, Politics-Intl. Relations
yüksek hareket kabiliyetli Adjective
sansasyonel Adjective
üst rütbeli Adjective, Military
yüksek risk grubu Noun, Medicine
yüksek güvenlikli cezaevi Noun, Law
gururunu/cesaretini kaybetmemek, tepeden/gururla/güvenle bakmak.
(a) baş eğmemek, eğilmemek, mağlûp olmamak, (b) gururunu/izzetinefsini korumak.
askeri lise Noun, Military
öncelik sırasında yüksek mertebeye koymak Verb
hizmetlerine yüksek değer biçmek Verb
zamanına fazla değer vermek Verb
bir şeye değer biçmek hizmetlerine yüksek değer biçmek Verb
birisinin gözünde olmak, bir kimse yanında itibarı yüksek olmak.
yüksek öğretmen okulu Noun, Education-Training
kibirlenmek, böbürlenmek, başkalarına tepeden bakmak, kibirinden yanına yaklaşılamamak, “alçak dağları ben yarattım” demek.
alnı açık yürümek Verb
başı dik yürümek Verb
dolgun
matbaa harfi yüksekliğinde
(borsa) yüksek kapanma
pahalıya mal olmak.
(hisse senedi) değerler yüksek düzeyde seyretmek Verb
(fiyatlar) yüksek olmaya devam etmek Verb
(a) yüksekte uçmak, (b) çok ihtiraslı/hayalperest olmak, gözü yükseklerde olmak, (c) coşmak.
uçmak Verb
(uyuşturucu alan) kafayı bulmak Verb
lüks hayat sürmek Verb
kurun son durumu
yüksek fiyat ödemek Verb
büyük kumar oynamak Verb
yüksek oynamak Verb
yüksek fiyata satın alma
zirve Noun, Economics
(borsa fiyatları) yüksek düzeyde seyretmek Verb
(fiyatlar) yüksekliğini sürdürmek Verb
(fiyatlar) yükselmek Verb
(duygu) coşmak Verb
(fiyatlar) yükselmekte olmak Verb
(deniz) kabarmak Verb
çok kaliteli
önemli işler Noun
antisiklon
yüksek makam
yüksek otorite
yüksek icra memuru
(Br) baş mübaşir
çizme
asil aileden
sanat bakımından çok fena fakat ilginç ve şık/zarif/gösterişli.
(borsa) tavan fiyat
başkomutan ile kurmayı
yüksek kurul
mükemmel durumda
ağır ve vahim suçlar
yüksek derece
yüksek yoğunluklu Information Technology
yüksek kazançlı
üst uç Information Technology
bahçeli evler
iskân mahallesi
yüksek masraf
büyük masraflar Noun
yoğun tarım
yüksek fiyat
rağbet
yüksek ateş
doğal sesli (radyo/pikap vb. seslendirme cihazı): sesi bozmadan (distorsiyonsuz) kaydeden ve üreten cihaz.
gözü yüksekte olan
gözü yüksekte olan
yabancı sermaye miktarını artırma
sermaye yoğunluğu
yükseklik
tümsek
tiranlık
müstebitlik
istibdat
despotluk
yüksek idealler Noun
yüksek gelir
yüksek faiz
aydınlık ekran
açık ton
lüks hayat
havai hat
refah
yüksek notlar Noun
soylu zihniyet
âlicenaplık
yüksek faizle alınan para
(US) pahalı para
yüksek oktan
yüksek kademe memur
yüksek dereceli memur
yüksek değer
yönetici siyasi çevreler Noun
yayla
yüksek mevki
yüksek evsaflı
yüksek güçlü araba
çok yetenekli satış mümessili
yüksek prim
yüksek basınç
yüksek fiyatlı
pahalı
kaliteli
yüksek vergi
yüksek kira
yüksek çözünürlük Information Technology
yüksek saygı
henüz ödenmemiş faturaları toplamı tesisin saptadığı sınıra yaklaşan
ya da onu aşan müşteri
yüksek maaşlı
dolgun maaş
yüksek maaş
engin
açık deniz
okyanusla bitişik dış karasuları Noun
(reklam) büyük boy
yüksek kilit mevki
yüksek devirli
yüksek devir
yüksek süratli
yollu
(US) önemli nokta
esas sorun
ortaya atılan büyük miktar
yüksek itibar
yapmacıklı kimse
ana cadde
yaz ortası Noun
saptanan bir iş standardıdır
yüzdeyüz üretim ölçüsüne erişmek amacıyla işçi başına büyük miktarlarda parça üretimini esas tutar
yüksek ısı derecesi
(Br) hükümdara karşı hıyanet
ihanet
vatana ihanet
ağır hıyanet
vatan hainliği
(US) yüksek finans
yüksek-beta ; hisse senetlerinin istikrarsız (ürkek) olduğunu ifade eder
görüş şartlarının çok iyi olması
yüksek gerilim Noun
yüksek ücretler Noun
kabarık deniz Maritime Traffic
en yüksek su işareti
taşkın işareti
öfkeli sözler Noun
borsada
yüksek verim getirmeyen ama fiyatı dalgalanan bir hisse senedi