much

English-Turkish Translation

  1. çok, fazla, ziyade, hayli.
    I haven't much time: Fazla zamanım yok.
    He hasn't got much money:
    Çok parası yok.
    She hasn't got much interest in cooking: Yemek pişirmeye karşı fazla ilgisi yok.
  2. çok (miktarda) şey.
    much of this is not true: Bunun çoğu doğru değildir.
    much still remains
    to be done: Daha yapılacak çok şey var.
    He gave away much: Çok şey feda etti.
  3. önemli şey/husus.
    Was not much to look at: Seyretmeye değer fazla bir şey yoktu.
    much happened
    while you were away: Sen yokken çok/önemli şeyler oldu.
  4. ziyadesiyle, fazlasıyla, (pek) çok, son derece, pek fazla/ziyade.
    Thank you very much: Çok teşekkür
    ederim.
    He was much surprised: Ziyadesiyle hayret etti.
    much more easily: çok daha kolay (bir şekilde).
    much bigger: çok daha büyük.
    much worse: çok daha fena.
  5. takriben, aşağı yukarı, hemen hemen.
    to come much the same conclusion: hemen hemen aynı sonuca/hükme
    varmak.
    It is pretty much the same thing: Hemen hemen aynı şey.
  6. sık sık, çoğu kez, çoğu zaman, ekseriya.
    She doesn't go out much: Sık sık dışarı gitmez.
    Do
    you go there much: Oraya sık sık gider misiniz?
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

have a lot (too much, etc.) on one's plate
işi başından aşmak, yapacak dünya kadar işi olmak.
set apart so much out of one's savings
tasarrufundan belli bir miktarını ayırmak Verb
take too much on one's shoulder
kendini zorlamak Verb
take too much on one's shoulder
kuvvetine fazla güvenmek Verb
tax one's powers too much
ifratı kesmek Verb
trust one's memory too much
belleğine aşırı derecede güvenmek Verb
as much
bir o kadar
ask too much
fazla şey talep etmek Verb
ask too much
aşırı talepte bulunmak Verb
be uncomfortable (from eating or drinking too much
fazla gelmek Verb
cost someone so much
patlamak Verb
eat or drink too much
fazla kaçırmak Verb
ever so much
pek çok
ever so much
öylesine
half as big/much
bir buçuk katı/misli.
He earns half as much as you: Seninkinin bir buçuk katı kazanıyor.
have a glass too much
içkiyi fazla kaçırmak, (zilzurna) sarhoş olmak.
have had a glass too much
içkiyi fazla kaçırmak Verb
however much
her ne kadar.
I anticipated as much
bunun böyle olacağını biliyordum
I thought as much
Bunu bekliyordum, zaten bundan şüphelenmiştim, ben de öyle tahmin ediyordum.
So they found out he's
been cheating. I thought as much.
it won't fetch much
fazla para getirmek mez
never come to much
önemli bir başarı elde edememek Verb
not amount to much
pek önemli olmamak Verb
not amount to much
pek değerli olmamak Verb
not amount to much
değersiz olmak Verb
not amount to much
önemsiz olmak Verb
not amount to much
fazla işe yaramamak Verb
not cost much
fiyatı yüksek olmamak Verb
not cost much
ucuz olmak Verb
not cost much
pahalı olmamak Verb
not to be up too much
pek bir işe yaramamak Verb
not up much
çok tatmin edici değil
not up to much
pek iyi değil.
This film's not up to much, although the actors are good: Artistler iyi ama film pek bir şeye benzemiyor.
nothing much
çok az, pek … yok.
“Anything interesting happening?” “ No, nothing much.” İlginç bir şey var mı? Pek bir şey yok.
pay twice as much
iki katını ödemek Verb
pretty much
hemen hemen (aynı), aşağı yukarı.
I told him pretty much what you just told me: Senin bana söylediklerini
hemen hemen aynen ona söyledim.
prove too much
aşırı genelleme yapmak Verb
so much
o kadar, öylesine.
so much for that! bunun için bu kadar yeter! vesselam!
So much for his French!:
Onun Fransızcası da bu kadar!
I regard it as so much lost time: Ben bunu kaybolmuş zaman sayarım.
that much
şunca
that much
anca
this much
bu kadar
this much
şunca
this/that much
şu kadar.
I'll say this much: he's a good worker: Şu kadarını söyleyeyim: çalışkan bir kişidir.

This much is certain that: Şurası muhakkak ki …
thus much
bu kadarı, şurası.
thus much is certain that: şurası muhakkak ki.
to bore someone by talking too much
ezan okumak (argo) Verb
too much
çok
too much
fazladan
too much
gırla
too much
fazla
too much
çok fazla
too much
tahammül edilemez
very much
pek
work out how much
ne kadar olduğunu hesaplamak Verb
much cry and little wool
fiyasko, neticesiz tartışma.
much less
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
much liked
gözde
much of a muchness
tıpkı, aynı, farksız, eşdeğer.
It's much of a muchness: Ha o, ha bu, farketmez/hepsi bir (Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca!).
much the same
hemen hemen aynı
much thought of
gözde
much too
aşırı, haddinden fazla.
It's much too cold: Haddinden fazla soğuk.
much traffic on the road
yolda trafik sıkışıklığı
much traffic on the roads
yolda trafik sıkışıklığı
(a contest) where much is at stake
iddialı
(not) think (too) much of
takdir et(me)mek, kıymet/değer ver(me)mek.
I don't think much of his ideas: Onun fikirlerine kıymet vermem.
(shop) much frequent
işlek
(street) much used
işlek
(work , worry) to be too much for sb
baştan aşmak Verb
a much debated question
çok tartışılan bir konu
a person who has experienced much grief
acıklı
after much calculation
uzun uzun hesapladıktan sonra
after much debate
uzun müzakerelerden sonra
after much discussion
uzun müzakerelerden sonra
as much again
iki misli/katı.
She earns as much again as I do: O, benim kazandığımın iki katını kazanıyor.
as
large again: iki misli büyük.
He is as old again as Mary is: O, Mary'den iki misli yaşlıdır.
as much again
bir o kadar daha, iki misli.
as much as
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.

It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
as much as one can do
elinden geldiği/gücünün yettiği kadar, mümkün mertebe, imkân nisbetinde.
as much as possible
kabil olduğu kadar
be in too much of a hurry over sth
aceleci davranmak Verb
be much better than
duman attırmak Verb
be much frequented
çok rağbet görmek Verb
be much less willing to ...
...'e çok daha isteksiz olmak Verb
be much more willing to ...
...'e çok daha istekli olmak Verb
be much moved by the news
haberlerin büyük etkisinde kalmak Verb
be pretty much alike
birbirine çok benzemek Verb
be very much annoyed / at / about sth
bir şeye çok kızmak
be very much on the map now
günün konusu olmak Verb
be very much on the map now
ön planda olmak Verb
being much used
işleklik
cause someone much work
terletmek Verb
cover much new ground
birçok yeni şey ortaya çıkarmak Verb
do much mischief to shipping
gemiciliğe büyük zararı dokunmak Verb
expect too much of someone
birinden yapabileceğinden fazlasını beklemek Verb
expect too much of someone
birinden çok fazla şey beklemek Verb
expend much time on sth
bir şeye fazla zaman harcamak Verb
for much of ...
...'in büyük bir kısmı için Adverb
for much of ...
...'in büyük bir kısmında Adverb
fruit of much study
uzun çalışma sonucu elde edilen şey
give rise to much comment
büyük eleştirilere neden olmak Verb
give someone much trouble
birini büyük zahmete sokmak Verb
have been through much trouble
çok sıkıntılı zamanlar geçirmiş olmak Verb
have been through much trouble
çok sıkıntı çekmiş olmak Verb
have much at stake
kaybedecek çok şey olmak Verb
have much work on hand
elinde çok işi olmak Verb
have never got much beyond the shell stage
gelişmeden kalmış olmak Verb
have seen much service
emektar olmak Verb
have seen much service
uzun süre silah altında hizmet etmiş olmak Verb
have so much money in hand
el de çok parası olmak Verb
have so much money in hand
elde çok parası olmak Verb
he is much about the same
hemen hemen aynı
his work leaves much to be desired
yaptığı iş pek mükemmel değil
How much did it cost?
Kaça maloldu?
How much does it cost to ...?
... kaça malolur?
how much each
kaçar
How much for the ...?
... ne kadar?
How much for the ...?
... kaç para?
How much is it?
Kaç para?
How much is it?
Ne kadar?
how much it come to
ne kadar tuttu
How much will it cost to ...?
... kaça malolur?
How much?
Kaç para?
How much?
Ne kadar?
I am very much surprised
bir yaşına daha girmek Verb
I can't see much likeness between them
aralarında pek benzer taraf göremiyorum
I didn't think much about it.
Çok dert etmedim. Sentence
I didn't think much about it.
Çok da önemsemedim. Sentence
I didn't think much about it.
Fazla üzerinde durmadım. Sentence
I didn't think much about it.
Fazla kafama takmadım. Sentence
I didn't think much about it.
Pek ciddiye almadım. Sentence
I didn't think too much about it.
Pek ciddiye almadım. Sentence
I didn't think too much about it.
Çok da önemsemedim. Sentence
I didn't think too much about it.
Fazla üzerinde durmadım. Sentence
I haven't much enthusiasm for going out
dışarı çıkmayı canım pek çekmiyor
involve much expense
çok masrafa mal olmak Verb
involve much expenses
çok masrafa mal olmak Verb
I've never given it much thought.
Hiç düşünmemiştim.
last (so much time
çekmek Verb
lay so much on a horse
bir at üzerine filan miktar oynamak Verb
leave much to be desired
daha yapılması gereken birçok şey olmak Verb
make much of
(a) çok önem/değer vermek, (b) fazla bir şey anlamak/elde etmek/kazanmak, manâ çıkarmak.
I couldn't
make much of that new book of his: Onun yeni kitabından pek bir şey anlayamadım.
make much/little account of something
(bir şeye) çok önem vermek/hiç önem vermemek.
make not much difference
fazla fark etmemek Verb
make so much din
gürültüye boğmak Verb
not have much to say for yourself
pek konuşmamak Verb
not much cop
değersiz, yararsız, değmez.
I wish I've not come to this dance, it's not much cop.
not much good (doing sth/to someone)
beyhude, yararsız, faydasız, gereksiz, lüzumsuz.
It's no good talking to him, because he never listens.
A car's not much good to me, I can't drive.
not much more than
-den fazla değil.
He is no more German than I am: Kim demiş onu Alman diye?
“I can't understand
it.” “No more can I.” “Bunu anlamıyorum. ” “Benden de al, o kadar.”
not much of a
iyi/uygun/münasip değil.
It's not much of a day for a walk: Yürüyüş için pek uygun bir hava değil.

He's not much of a doctor: Pek iyi bir doktor değildir (Doktorluğu nafile; beş para etmez).
not much required
pek ihtiyaç duyulmamakta
not think much of someone
birini gözü tutmamak Verb
not think much of someone
birinden pek hoşlanmamak Verb
not think much of someone
birinden fazla hoşlanmamak Verb
not to carry much conviction
pek inandırıcı olmamak Verb
not to make much difference
fazla bir şey fark etmemek Verb
not to need much pressing
pek acelesi olmamak Verb
not to show much promise
pek ümit verici görünmemek Verb
occupy too much space
fazla yer işgal etmek Verb
pay too much attention to form
şekle fazla bağlı kalmak Verb
pay too much for sth
bir şey için çok ödemek Verb
put on too much side
bilgiçlik etmek Verb
receive much negative comment
epey olumsuz eleştiri almak Verb
so much as
… kadar, … gibi, sanki … .
He looked at me as much as to say … : … demek ister gibi yüzüme baktı.

It's as much as saying he is a liar: Bu ona yalancı demek gibi bir şey.
I love you as much as I love your brother: Kardeşini sevdiğim kadar seni de seviyorum.
so much as
hattâ, … bile.
He just left without so much as saying goodbye: Allaha ısmarladık bile demeden çekip gitti.
so much as
… bile.
He didn't so much as ask me to sit down: Bana otur bile demedi.
so much as (not)
… değil, … şöyle dursun, …'den ziyade.
I don't so much dislike him as hate him: Ondan hoşlanmamaktan
ziyade nefret ediyorum (Hoşlanmamak şöyle dursun, ondan nefret ediyorum).
so much for
bu iş burada biter, bu konu için bu kadar yeter, bu iş/düşünce böylece suya düştü.
Now it's started
raining; so much for my idea of taking a walk: İşte yağmur başladı, benim yürüyüş yapma düşüncem de suya düştü.
So much for your promise: Nerede kaldı verdiğin söz!
So much for this problem, now for the next: Bu soru üzerinde yeteri kadar durduk, şimdi ötekine geçelim.
So much for his friendship: Onun arkadaşlığı bukadarmış (Ondan başka ne beklenir?).
so much of sth
onca
so much so that
öylesine … ki, o derecede … ki.
so much so that
hattâ öyle ki, öylesine/o dereceye kadar ki.
so much the better
! Daha iyi ya! İsabet!
so much the worse
tüh
so much the worse
yazık
so much the worse
daha fena ya
stop so much out of sb's wages
birinin maaşından falan miktar kesmek Verb
street through which there is much traffic
trafiği çok olan sokak
supply a much felt want
çok gerekli bir ihtiyacı karşılamak Verb
take much care
aşırı zahmete girmek Verb
take much share in a conversation
bir konuşmaya sürekli katılmak Verb
take so much off a price
bir fiyattan falan miktar indirmek Verb
take too much on hand
çok işe girişmek Verb
take up (so much space
tutmak Verb
take up too much room
fazla yer tutmak Verb
think much of
çok sevmek/hoşlanmak.
I don't think much of that: O hiç hoşuma gitmez.
think too much of oneself
(a) kendini beğenmek, (b) hep kendini düşünmek.
this much is true
bu kadarı doğru
too much for
… için fazla/ağır.
Climbing the smallest hill is too much for her since her illness: Hastalığından
beri en küçük bir yokuş çıkmak bile ona fazla geliyor.
too much of a
haddinden fazla.
That's a bit too much af a good thing: Bu kadarı da biraz fazla.
One can have
too much of a good thing: İyi ve nefis şeye doyum olmaz.
You can't have too much of a good thing: Fazla mal göz çıkarmaz.
too much of a good thing
kabul edilmeyecek derecede çok
twice as much money
iki misil slii para
withhold so much out of sb's pay
birinin maaşından filan miktar kesmek Verb
withhold so much out of sb's pay
birinin maaşından falan miktar kesmek Verb
withhold so much out of sb's wage
birinin ücretinden filan miktar kesinti yapmak Verb
without going into too much detail
çok fazla ayrıntıya girmeden Adverb
without going into too much detail
çok fazla ayrıntıya girmeksizin Adverb
write off so much for wear and tear
aşınma ve yıpranma payı olarak falan miktarı düşmek Verb
English-Turkish phrases from Zargan's own database